22 Nisan 2011 Cuma

Tasfiyenin Tasfiyesi!




Elbette tanınmış biri değiliz. 

Elbette tanınma gayemiz yok.

Blogger'ı, dünyada pek çok internet kullanıcısının olduğu gibi, kendimizin çevreye olan bakışını polemik kimliğinde bir çerçeve niyetiyle, "not almak" maksadıyla kullanıyoruz; yapmasak şu yaşadığımız on yılllık yakın tarih içerisinde çıldırabilirdik belki.

Üç adet polemiğimiz mevcut; bu yazılarda konu edilen Sayın Gürsel Avcı, Sayın Gülay Göktürk, Sayın İbrahim Karagül, her ne kadar fikri kimliğimizi ortaya koyucu ifadelerimizi yazsak da tabii olarak bir dergi sayfasında, gazete köşesinde, televizyon ekranlarında muhatap alınmadıklarından olsa gerek, dönüp bakmadılar haklarında yazdıklarımıza, gerçi dönüp bakmaları için de yazılmış değildi  yazılanlar, bahsettiğimiz gibi, ne bir gazete köşesi, ne bir dergi sayfası ne de televizyon koltuğumuz olmadığından, fakat hadiselerle alakalı olarak da sistematik bir düşünce kurma "çabamız" böyle bir blogger sayfasını bize zorladıydı.

Fakat artık bu yıkıldı.

Gayemiz olmamakla birlikte, tanındık.

Eğer dedikleri doğruysa, MİT'in, MT-5/6'nın, Stasi'nin, Jit'em'in, Emniyet'in, "F Tipi"nin, "Kemal'in askerleri"nin velhasıl ne kadar "güvenlik ve istihbarat birimi"  varsa, hepsinin bir defa kaydına girmiş olduk, bu nedenle Sayın Hayrullah Mahmud (Özgür) beye ne diyeceğimizi bilemiyoruz!

Espiri bir yana, Sayın Hayrullah Mahmud'un basit bir polemik yazısını muhatap alarak blogger'ımızın adresini yayınlaması ve yazımız hakkında düşüncelerini açıklaması cidden bizi şaşırttı.

Sayın Hayrullah Mahmud,

"- Bir okur!
“Ali Baba”nın çiftliğinden bir okurumuz, uzunca bir yazı yazmış.
Okumak isteyenler için link aşağıda:
Dünden bugüne “Hayrullah Mahmud” derlemesi yapmış.
Özetle diyor ki:
“Onca yazı, onca hakaret, ihbar, tehdit vs. ifadelerine rağmen sayın Mahmud, sayın Öz veya bir başka hakimler tarafından niye ‘Ne diyorsunuz burada?’ denilerek ifadeye çağrılmamış ve o şikayet edilen ‘intikam duygularına hedef’ olmamıştır? Neden?”
Soru açık!"

diyerek bizi muhatap almış; muhatap alarak, yazımızı birtakım meseleleri anlatmanın aleti olarak kullanmış.

Aslında, "nitelikli okur" olarak nitelememesine sevinmemiz gerekir zannımızca fakat ilgili polemiğimizde ("polemik", Hayrullah beyin beyanı ile "kılıçsız-kalkansız sabırla mesele çözme”dir) konu ettiğimiz "ÇAYIN KUŞU" meselesine ve başka şeylere "kekliği düz ovada sabırla avlarlar" ve benzeri sembollerle cevap veriyor olmasından da şüphelenmedik değil hani!


Elbette -hangi saikle yaptığımızı bahsettik- polemiğimizi bloğumuzda yayınladık, hiçbir yere de yaymadık, dışımızdan birilerince etrafa dağılmış olabilir, kusur biz de değil, maksadımız şu bunca sözden: Hayrullah beyin "email kutusunu" rahatsız etmedik başkaları gibi!

Ne bir Naci Kaptan gibi "cumhuriyet dedesi" yaşlı ve Hayrullah beyin "ne hoş buyurdunuz eksalansları!” diyeni birisiyiz, ne "Kenan Kilimci" gibi kayınpederi (ve kendisi) (islami açıdan) sapkın-bid'at ehli, kendisi Boğaz'da kaçak villa sahibi, onca yıllık gazeteci olmasına rağmen tek bir "seveni-öğrencisi" olmayan bencil bir hımbıl ve Hayrullah beyin şifasız reddedicisi birisiyiz!

Tam burada da Hayrullah beyin "Yazının sahibi adres" diyerek http://generalcontroverter.blogspot.com web adresini göstermediyse eğer, "sembolik" bir "arkaplan"ımızı arama gayretine cevap vermenin bahanesini ele geçiriyoruz.

Tekrarlamanın yeridir:

“- ‘22 Temmuz 2007 seçimleri sonrasında, Zekeriya Öz üzerinden yürütülen ve TSK’yı hedef alan “sözde soruşturma” süreci üzerinden, yani “su”yun özenle bulandırılıp “rejim”in avlanmak istendiği bir ortamda, AKP & Gülen iktidarı “Batı” ile arasındaki köprüleri atmak için “manevra” yaptı. TSK, MİT, Emniyet, Yüksek Yargı, Medya, İşdünyası içindeki “Laik Türkiye” ve/veya Batı yanlısı kesim “tasfiye edilmek” istendi! … AKP’nin “özenle bulandırılan su” üzerinden “eksen”i Çin, Rusya, İran, İngiliz eksenine kaydırdığı (enerji savaşları) netleşti! 12 Haziran 2011 seçimleri sonrasında ise “Yeni Anayasa” üzerinden “Batı”, “laik yaşam biçimi”, Atatürk  Türkiyesi tasfiye edilmek isteniyor! Ekinoks!” derseniz, “BİR GÜL İÇİN BİN KÖTÜYÜ  YAKMALI!” inancında olması gerekenler, ADALETSEVERLER, VİJDANLILAR, HAKİKATÇILAR, “İNSAN” için olması gereken “hayat” ve “tercihleri”, insan’ın üzerinde tutanlar, “F tipi karşı devrim ve/veya “Neo BİP” operasyonu bağlamında, üzerinde “güneş batmayan topraklar hayali” uğruna “Atatürk Türkiyesi” canlı canlı “kurban” edilmek isteniyor.” Demenize hiç kulak asmaz, bunu üstelik –bahsettiğiniz- “Moloh”un “çağdaş” ve “Laik”  versiyonu olduğunu, tam isminin de “ATATÜRKÇÜ MOLOH” olduğunu söyleyip, “PUTPEREST İLKELLER” diye ilam ederler. “

Böyle dediydik yazımızda.

Bizim için "mevzubahis olan" Vatan değildir, bir GÜL'dür; o gül için "bin kötü"yü yakarız, yakma iradesini ortaya koyarız; Necip Fazıl'ın dediğiyle, "dünyanın yaratışındaki gaye, iki Sevgilinin Allah rızası için, Allah için yanak yanağa gelmesidir"; ve bunlarla, sadece Allah Rızasını düşünen bu Sevgililerden doğacak Aynı Çocuk!

Bunun için "toprak" nedir "bedel" olarak?

Hiç!

Ama "toprak" mevzubahis olursa, kurunun yanında yaş da yanar, iki Sevgili de yanar!

Devlet nedir?

İnsan için midir yoksa insan devlet için midir?

Düşünce dehlizlerinde gezinmeye hiç gerek yok apaçık olan bu sorunun cevabı için:

İnsan için!

Devlet de işte böyle insan içindir ancak; gerisi mügalatadır.

Bizim "arka planımız" işte bu!

Siyasetlerin arada dış yüzünden herhangi bir "yer"le benzerlik göstermesi, ancak "işte bunlar şuranın adamı" diyebilecek "sabırsızlar" içindir.

Daha da açık olarak yazmak gerekiyor olabilir,  o halde ifade edelim:

Kim "silahlar sussun!" diyorsa, Abdullah Öcalan'ı İmralı'dan çıkartmalıdır; çıkarttığı anda memleket içinde silahlar susar ve bazı hususlar için “masa” kurulabilir olur!

Kim, memlekette-vatanda maddi/ruhi silahlar ebediyen sussun, o silahlar bölgenin düşmanlarına çevrilsin istiyorsa, Salih Mirzabeyoğlu'nu çıkarır; çıkarır ve bazı hususların şartları oluşabilir.

Hayrullah beyin beyni fazlasıyla çalışıyor olabilir, istihbaratını "açık"dan yaparak tutunduğu bir "nokta"dan çevreyi yorumluyor olabilir, bu yorumlaması esnasında değişik, ilginç, dikkat çekici bağlantılar, işaretler ortaya çıkarabilir, olayları  iyi değerlendiriyor olabilir, bunları çoğaltabiliriz, hatta polemiğimizi konu edindiği üç yazısının sonuncusunda -sorumuzu yanlış anlamış olsa da- bir "23 Nisan Süprizi" yaparak "KRALİÇE’NİN “ÇANKAYA”DAKİ "MUHTAR"I?!" kitabını "interaktif"  olarak yayınlayabilir, somut yolsuzluk olaylarından, menfaat ilişkilerinden bahsedebilir, "olay oldu!" anlamında bir tesir oluşturabilir, ama eline geçebilir, ne elde edebilir?

Sayın Mahmud'un bahsettiği, temenni ettiği gibi "Paris ekseni" öne geçerse, "AKP&F Tipi" geriletilirse, "buz gibi akılla masaya vuranlar" kazanırsa, bütün dedikleri çıkarsa, ne olur? (Tersini de yazdığımızı farzedin.)

Sorunlar çözümlenir mi?

Arka bahçemiz şenlenir mi?

Taksim meydanını, Beyazıd meydanını, At meydanını, Kordon boyunu Hıyanet-i vataniye kanununu çıkarıp darağaçlarıyla doldursanız, "İT-İliştirilmiş Terörist" ve "piyonlarını" tankların altında et ve kemiklerinden eser kalmayıncaya kadar ezseniz,  elinize ne geçer, sorunlar çözülür, arka bahçemiz şenlenir mi?

"Atatürkün cumhuriyetini tasfiyeden kurtarmış oluruz, bizim hedefimiz bu!"

Cevap budur!

Ama "Atatürk cumhuriyeti" bir TASFİYENİN ESERİ değil miydi?

Hayrullah beyin beyanı ile:

"- 1913 – 1918 ihtilali!
Babıali ihtilali!
1913’te Enver (Paşa) darbe yaptı!
İttihat Terakki yönetime el koydu!
Almanlar’ın isteği üzerine, 7 bin subayı yaşlı, başarısız olduğu gerekçesi ile tasfiye etti.
Almanlar ne istiyorsa koşulsuz yerine getirdi.
Sarıkamış!
Harbiye Nazırı Enver Paşa, 2 Ağustos 1914’te Rusya’ya karşı gizli bir Türk-Alman
ittifak anlaşması imzalanmasında önemli rol oynadı!
1918’de I. Dünya Savaşı’nı Almanlar’ın kaybetmesi üzerine yurtdışına kaçtı!
4 Ağustos 1922, Tacikistan’da öldürüldü!
Hülasa, “Babıali”de “ihtilal” yapıp yönetime el koyan Enver Paşa, önce alkışlandı, hak etmediği payeleri almasına izin verildi.
Sonra, “Osmanlı’yı kurtarmak” için yola çıkan “İttihat Terakki” üzerinden Osmanlı devleti tasfiye edildi."

Tasfiye bu; eseri de şu:

"- 1923 – 1938 İhtilali!
Cumhuriyet İhtilali!
Gazi Mustafa Kemal, saltanatı ve hilafeti kaldırdı!
Ümmetten, bireye dayalı bir demokratik devletin temellerini attı.
Meclis Başkanı, Cumhurbaşkanı oldu!
Atatürk oldu!
Teori değil eylem adamı idi!
Fransız düşünürlerden etkilendi.
İktidarda kaldığı 15 yıl boyunca, İttihat Terakki’nin planında yer alan ne varsa hepsini hayata geçirdi.
İthal de olsa, kurulan sistem eklektik de olsa, demokrasinin tüm kurumlarını Batı’dan getirtip, ön demokrasi denemesi yaptı!
II. Dünya Savaşı öncesinde, küresel aksta “statüko”dan yana tavır aldı."

Doğru yazılmış geneli itibari ile,  ama hatalı ve eksik; İttihat ve Terakki'nin her dediğini yapmadı, FAZLASINI yaptı, hatta onların hayallerine bile getiremeyeceklerini yaptı, YAPACAĞI İÇİN HEP STATÜKONUN YANINDAYDI, hem II. Dünya Savaşı öncesi değil sadece; Milletin Kongresi olan ve İstiklal Mücadelesi'nin YÖNÜNÜN ÇİZİLDİĞİ Erzurum Kongresi'nin hemen arkasından HİÇ GEREĞİ YOKKEN Sivas Kongresi'nin organize etmesi, daha sonradan -Amerika merkezli- "Tek Dünya Devleti" amacıyla kurulmuş derneğin bu topraklarda "acenteliğini" yapacak Adıvar ve Ağaoğlu gibilerinin eliyle, MANDA TARTIŞMASINI açması; "Paris-Roma"nın daha ilk anda "birtakım imtiyazlar" eliyle "Ankara anlaşması" vasıtasıyla cepheden ayrılmasının sağlanması; İngiliz krallı  Yunanistan ile Anadolunun harab edilmesi pahasına, statükonun teşkili için savas edilmesi, bu esnada "ihtimal kesilecek kafaların" da tespit edilmesi, Osmanlıya bağlılıklarından şüphe edilmeyen Çerkeslerin, muhacirlerin (güney/güney doğu marmara bölgesi; dikkat çekici olan emekli general Sayın Çetin Doğan'ın 15 marttda Balyoz Davası'nın v23. celsesinde yaptığı savunmasında aynı bölgeye dikkat çekiliyor) darağaçları ile dizginlenmesi;İ.T.'in aklına bile gelmeyen HİLAFET'İN İLGASININ gerçekleşmesi; "bireye dayalı bir demokratik devletin temelleri" olarak söylenen partili hayata geçişte icazetli demokrasi"nin aleti olan partilerin, "muhalefetin toplanması" için kurulması; "arka planları" bir yana ama M. Kemal'e tam bir itaat ile bağlanmayacakları belli olan general ve "aydınların" 1925 İzmir Suikasti Davası ile susturulması, İT'in yokedilmesi vb...

Osmanlı'nın uğruna savaşmak zorunda kaldığı herşey ama herşey, "bilinç yarılması"na hiç gerek yok, hem de "uğruna savaştık" denilerek bir bir "TASFİYE" edilmiştir görüldüğü gibi!

Hayrullah Mahmud bey diyor ki, işte bu "TASFİYENİN TASFİYESİ YAPILIYOR!"

Sayın Mahmud'un bahsettiği, temenni ettiği gibi "Paris ekseni" öne geçerse, "AKP&F Tipi" geriletilirse, "buz gibi akılla masaya vuranlar" kazanırsa, bütün dedikleri çıkarsa, işte bu "TASFİYE ESERİ" TASFİYE EDİLMEKTEN KURTULACAK!

Ve bakın neler olacak ardından; Sayın Hayrullah Mahmud şöyle yazıyor:

"- “Eksen ihtilali” ve/veya “Post modern savaş”ın tazminatı!
1- Batı’nın, AKP iktidarının eli ile yağmaladıkları, “tüyü bitmemiş yetimlerin hakları” Hazine’ye geri dönecek!
2- Araplar “zararlı dış güçler”den korunma ve/veya bu coğrafyada “güven” içinde yaşamak için İngilizler’e ödedikleri “haraç” yerine, Türk’lere “huzur vergi”si ödeyecek.
3- “Varlıklı Yahudi”ler, tüm Yahudilerin Türkiye’de güven içinde yaşamasının bedeli olarak “varlık vergisi” ödeyecek! Buna “kan parası” da diyelim. Doğu’da, Güneydoğu’da akan, akıtılan Türk’ün, Kürd’ün, Mehmedçiğin kanının bedeli olarak!
http://www.ibneyiz.biz/pkk/2011/ishak-alatondan-tartisma-yaratacak-oneriler/
 4- BOP operasyonunda rahmetli Vehbi Koç gibi “Devletim varsa ben de varım” demeyen hangi işadamı olursa olsun, devlet artık o işadamını korumayacak ya da korunma bedeli olarak “kan parası” ve/veya “varlık vergisi” ödeyecek!
5- “Enerji hatları”nın güvenliğinden “Türk”ler sorumludur. Hiçbir enerji boru hattı anlaşması, Türk Devleti’nin “rejim”ini tehdit edemez. Bu yönde gizli – açık “anlaşma”lar yapılmış, kapalı kapılar ardında “bahşiş”ler ödenmiş olsa da, o anlaşmalar geçersizdir.

Sözün özü:

Bu şartlar yerine gelene kadar, Anadolu ya da Osmanlı coğrafyasında turlayan tüm Batılı dostlarımız misafirimizdir.
Yahudiler ise İshak Alaton’un söylemi üzerinden gözetim altında!
Türkiye, Türkler’indir!
Türkiye, “vatandaşlık” bağı ile bağlı olan herkesin “Türkiye”sidir!
Yeter ki, Anayasa’da yer alan vatandaş hak ve ödevlerini yerine getirsin!
Bu coğrafyada, Türk “Çelik Çekirdek”inin uygun görmediği ve/veya tarihte yaşayan tüm Atatürk’lerin Türkiyesi’nin “rejim”ini “tehdit eden” hiçbir anlaşma geçerli değildir.
Nokta!

 ………………………

 Görüldüğü üzere, gözü tok bir milletiz.
Başka milletlerin hakkını da yemeyiz, hakkımızı da yedirmeyiz!
Almanlar’ın, İttihatçılar üzerinden söz verdikleri halde ödemedikleri “paralar” için o günden bugüne faiz işletsek, iki Almanya’nın toplam değerinden daha fazla para ödemeleri gerekir.
“Yahudi tefeci”lere ödediğimiz faizi, İsrail’e borç yazsak, devletleri çöker!
İngiliz ve Fransızlar’ın, Duyun-u Umumiye üzerinden Osmanlı’yı soydukları rakamın onda birini, Paris ve Londra’ya fatura etsek, yeni bir ekonomik kriz daha çıkar!"  (“Ultra Türk “Atatürk” II?!” başlıklı makalesi.13 Nisan 2011)

Dikkat ettiyseniz, sayın H. Mahmud, "Batı’nın, AKP iktidarının eli ile yağmaladıkları" babında tazminat meselesini "para" olarak olarak algılıyor ve "YAĞMALANAN"ın, hatta şöyle demek çok daha doğru olacaktır YAĞMALANAN NE KELİME YAKILIP YIKILANLARI nihayet "para" olarak "tazmin" edilebilecek kıymetlerle biçiyor.

Varoluşçu felsefenin "romancısı" gibi "algılanan" Dostoyevski'nin vehimler, hafakanlarla dolu beyne sahip ruhi olarak RAHATSIZ tiplemeleri gibi görülebilir ama velevki aldınız, paraya boğuldunuz, savaş tazminatları ile her bir vatandaşımızın üç neslinin hayatı garantiye alınmış olsun, NE OLACAK, "mesele bu kadar basit midir?"

Sayın H. Mahmud'un "DEVLETİM VARSA BEN DE VARIM" sözünü, TÜSİAD'ın "Başbakan Erdoğan’ın önünde eğilmesinden" sonra devamlı naklettiği -toprağı bol olsun- Vehbi Koç'un, ki Tüsiad'ı kuran, ona "Adamlar Kulubü" ismini vererek DEVLETİ İDARE EDEN "1 NUMARA"sıdır, "İŞ ORTAKLARI"na bakılsa, "Tasfiye'nin Eseri" oluşturulurken vagonlu trende İZMİR'de ağırlanan Hahambaşı Haim Naum'la olan ilişkisine, OĞLUNU YÖNETİM KURULUNA ALMA "ZORUNLULUĞUNA" (ve elbette güç gösterisine!) bakılsa, "mesele bu kadar basit midir?" sorusu olduğu yerde kalmakla beraber yanına, hem şu yukarıda Sayın H. Mahmud beyin bahsettiği "post modern savaş tazminatları"nın aslında "o cepten öteki cepe" ama asla bu milletin hazinesi girmeyeceği, AFERİSTLER  OLİGARŞİSİ'nin içinde paylaşılacağını, "TASFİYENİN ESERİ"NİN DE SADECE BU "AFERSİTLER OLİGARŞİSİ" olduğunu görecektir temennisinde bulunuyoruz.

Uzun ama, tıpkı Sayın H. Mahmud gibi "açık istihbarat"la veya ilave olarak "dış işleri bakanlığı istihbaratı"ndan da belki faydalanarak perspektif sunmaya çalışan -polemiklerimizden birinin de hedefi olmuştu- Sayın İbrahim Karagül'den uzun ama konumuzla alakalı bir yazısından alıntı yapmak istiyoruz:

"- Masal bitti: 'Hasta adam'lar çoğalıyor!

Kredi derecelendirme kuruluşu Standard&Poors, ABD'nin kredi notunu durağandan negatife çevirdi. Dünyanın ekonomik devi, beyni, 2009 kriziyle sarsılan gücünün duraklama dönemine girdiğini, artık güvenilir bir ekonomi olmadığını, giderek içe kapanmak zorunda olduğunu, süper güç masalının sonuna gelindiğini az çok biliyorduk.
Ama artık bu masalın bittiğini söyleyebiliriz. Siyasi, askeri, teknolojik ve ekonomik açıdan "gücüne erişilemez" dev, çaresizlik içinde kıvranırken, deprem Avrupa'yı da sarsmaya başlarken bizler tarihsel bir kırılma yaşandığına, güç kaymalarının zorunlu olduğuna, küresel güç dengesinin değişeceğine dair tartışmaları Türkiye'ye taşımaya çalışıyorduk.

Öyle de oldu... Önce ABD'yi vuran deprem sonra Avrupa'yı dağıttı. Avrupa Birliği projeleri, süper Avrupa fikri zayıfladı. AB ülkeleri, "herkes başının çaresine baksın" diyerek birlik ruhunu hızla terketti. Son on yılda, bütün birikimlerini, değerlerini hızlı bir şekilde terk ettiği gibi... Çaresizlik, çözümsüzlük derinleşti. Güçlü ekonomileri, bırakın diğer üyeleri kurtarmayı, kendilerini kurtarma telaşına düştü. Birlik düşüncesi, jeopolitik hedef olmaktan çıkıp kültürel, içe kapanmacı, diğerlerini düşman bilen bencil bir boyut aldı.

Bugün Yunanistan, İspanya ve İrlanda'yı batıran, İspanyayı batırmak üzere olan, İngiltere'yi "Avrupa'nın hasta adamı" haline dönüştüren kriz, kısa süre sonra bütün kıtada sosyal patlamalara, aşırı sağın yükselişine hatta yeni bir ırkçılık dalgasına kadar uzanacak bir tehdit haline geldi. Artık Avrupa'nın, kendini düşünmekten dünya ile ilgilenecek mecali kalmadı. Yakın gelecekte bir çıkış yolu da görünmüyor.

ABD de aynı durumda. Artık sermaye de vizyon da bu ülkelerden kaçıyor. Başka adreslere, iklimlere yöneliyor. ABD'nin kredi notunun negatife çevrilmesi, aslında gecikmiş bir tespit. 2009'da bu yapılmalıydı ve gerçek de buydu. İki kıta da durgunluktan gerilemeye doğru hızla güç kaybediyor. Bu aşamada neler olur?
İşte burası önemli. Bırakalım küresel vizyonları, dünyaya öncülük etmeyi, bu ülkeler dünya için dehşet bir tehdide dönüşebilir. Çaresizlik, yeryüzünün kaynakları üzerinde hiç görülmemiş talana, kavgaya, savaşlara neden olabilir. Kaynak ve gıda savaşları insanlık tarihinin en hazin sayfalarını aralayabilir.

Bunlar kimseye şaşırtıcı gelmesin. Büyük savaşlara, buhranlara bakın. Hepsi benzer gerekçelerle başlamadı mı? İnsan ırkının yaşadığı en büyük trajediler açgözlülükle başlamadı mı?

Kuzey Afrika'dan Orta ve Doğu Asya'ya uzanan kuşakta başlayan, genişleyerek büyümesi beklenen değişim ve arayışta bu çaresizliğin etkileri çok fazla. Bu ülkeleri varolan ekonomik sisteme entegre etmek ve kaynaklarını denetim altına almak büyük krizden çıkış arayanların hedeflerinden biri. Mesela Libya'nın tam bağımsız merkez bankası gibi. Direnişçilerin yaptıkları ilk iş Bingazi'de bir Merkez bankası kurmak oldu. 

Size de tuhaf gelmiyor mu?

ABD'nin krizi öncelikli güvenlik tehdidi ilan etmesi aslında bütün bu açıklamaları içeriyor. İlk kez böyle bir şey oldu. Ne İslamcı tehdit, ne Çin ne Batı medeniyetine yönelen tehditler. Onlar için tek tehdit algılaması vardı o da kriz.

16 istihbarat kuruluşundan oluşan ABD Ulusal İstihbaratı, bu tehdidi şöyle açıklamıştı: "Zaman en büyük düşmanımız. Krizden çıkış ne kadar uzun sürerse, ABD'nin stratejik çıkarlarına zarar verme gücü o kadar yüksek olacaktır. Kriz dünyanın dörtte birinde istikrarsızlığa yol açacaktır. Mevcut rejimi tehdit eden risk faktörleri artmaktadır. Çöküşten kurtulamayan ülkeler yıkıcı korumacılığa yönelebilirler..." ABD için kriz artık bir rejim meselesidir...

Uzun zamandır krizin siyasal, toplumsal sonuçlarına, dünya genelinde yol açacağı jeopolitik güç kaymalarına hatta harita değişiklikleri ihtimaline dikkat çekiyoruz. Küresel hal alsa da, krizin nihayetinde en büyük zararı merkez ülkelere vereceğini, bu ülkelerin güçlerinde ve etkinliklerinde ciddi daralma yaşanacağını, özellikle Amerika'nın küresel liderlik rolünde ciddi gerileme söz konusu olacağını, bugünkü ekonomik sistemin açıklarını kapatmakla krizin sona erdirilemeyeceğini, İkinci Dünya Savaşı sonrası sistemin çöktüğünü, yeni güç dengelerinin oluşacağını, bu değişimin çok ciddi bölgesel çatışmalara yol açacağını, kaynak ve ticaret savaşları döneminin başlayacağını ısrarla vurguladık. Hala aynı kanaatteyiz. Yeni güçlerin, aktörlerin tarih sahnesine çıkacağına inanıyoruz.

"Krizin üstesinden gelindi" iyimserliklerine hiçbir zaman inanmadım. İyimserlik pazarlanıyor, psikolojik bir operasyon yürütülüyor sadece. (…)

Krizin jeopolitik çözülmelere yol açacağına yönelik inancımız giderek güç kazanıyor. Bu çözülme, sadece Ortadoğu coğrafyasında olmayacak. Arap Baharı'nın mimarları gibi görünenlerin çok yakında Avrupa başkentlerinde aynı öfkeyle yüzleşeceklerini şimdiden söyleyelim.

Kahire'de, Şam'da, San'a da sokakları saran ateş, yarın Paris'te, Londra'da, Marsilya'da, ABD kentlerinde de görülecek. Asıl rejim değişikliği o zaman olacak..."

Görüldüğü üzere, Sayın H. Mahmud'un  "Avrupa, cephe!" deyip oraları "yakıp yıkmasına" gerek yok; şu Libya "krizi", "Paris-Berlin-Londra-Telaviv-Moskova-Newyork-Washinton"un akslarının birbirine gireceğinin işaretleri ile dolu.

"Tasfiye eseri"ne "çağdaş hedef" olarak gösterilen BATI, "öldü"; "leşi" de tüm ortadoğuda KİTLE GÖSTERİLERİ ile kaldırılıyor.

Ama o öldüğünün farkında değil; farkında olmadığından da DELİCE davranıyor.
Batı'yı oluşturan Organlar, şuçu birbirinin üstüne atıyor, her bir organ ("Ankara"nın değil, "Birleşmiş Milletler Domuzlar diktatoryası"nın "5'li Çetesi" yani) kendi derdine düşmüş, birbirini çelmeleyici ve dolaylı olarak da "toprağa yaklaştırıcı" hareketleri yapmaya başlıyorlar.

Ortadoğu ve afrikayı saran ayaklanmalarda işlerine gelen isyanı destekleyip işlerine geleni desteklemiyorlar, "isyancılar" ellerinde pankartlar, ağızlarında sloganlar "Özgürlük" diyorlar, Batı da "demokrasi ve özgürlük için" diyerek  "özgürlük" isteyenlerin üzerine Kralları salıyor, uçak gemilerini gönderiyor, "delta force"larla takviye ediyor!!!

Böyle bir ortamda, HALK DESTEĞİ OLMAYAN, olmadığı için de bu desteği, hükümettekilerin yanlışlarını-hatalarını-aç gözlülüklerini belgeli veya dedikodu seviyesinde halka göstererek, halkın kendilerine olan bağlılıklarından değil, AHLAKSIZLIĞA OLAN NEFRETİNDEN sağlamaya çalışanların "MASAYA VURACAK" gücü olamaz!

Olmadığından da "darbe yapamaz", yakalandığında "seminerdir onlar!" diyerek kıvırmaya çalışır, her kıvırışında (Kocaeli-Adapazarı hattı bu "gericidir örneğinde olduğu gibi) "toprağa daha fazla yaklaşır"!

Bu, işin "iç"erdeki kısmı; "dış"ardaki kısmında da, "işine geleni destekleyen" Batı'nın, böyle DIŞLANMIŞ olanlara bir desteğini beklemek de imkansızdır!
Buna "Paris" de dahil!

Ama şu var ki, hükümette olanları dizginleyebilmek, dengeleyebilmek, ileri gitmelerini engellemek için "dışlanmışlar"ı "SİBOP LASTİĞİ" olarak kullanabilir

Bu noktadan bakıldığında görülen, Sayın H. Mahmud’un,  şu dediği değildir:

“-"Okur haklı olarak soruyor, bunca operasyonu patlatan bir adam neden dışarıda! Niçin içeride değil! Güzel soru! Devam edelim o zaman: Misal soruşturmayı “Var da diyemem yok da diyemem” diyerek başlatan Hilmi Özkök neden dışarıda? Şenkal Atasagun’u neden içeri alamıyorlar? Fatih Çekirge üzerinden “Cem Uzan” ve Abdullah Gül ile kanka olan Çevik Bir neden Gül’e “Çalık” üzerinden danışmanlık yapıyor!? Misal o neden dışarıda?! Aydın Doğan neden dışarıda?! Çünkü AKP’yi yıkmayı reddedip, “Kazan & Kazan” oyununa dahil olup Türkiye’yi büyük rejim bunalımının içine sürükleyen bir başka isim de o! ”

“Okur”, yani biz, gayet masumiyet içinde sorduk,  fakat Sayın H. Mahmud sorumuzu, “soru Mustafa Balbay’ın “Ben içerdeyim, paşalar neden dışarıda” ihbarına benzemiş” diyerek karşılamış,  kaldı ki, bundan da bahsetmiş ve bizim için de bir “arka plan” icad etmekten bir an bile imtina etmeyeceğinide demiştik, şunu açıkça ifade edelim bir şüphe kalmasın, böyle bir “ihbarcılık” niyetimiz yok, söyledik de zaten, “almadıklarına göre” diye yazdık, ama bu kadar masum bir sorunun bizce basit bir cevabı olmakla beraber,  sayın H. Mahmud sözü yine “Ankara’nın siyaset denilen çirkeflikleri” içerisinden bulmaya çalışarak kendini yormayı tercih etmiş.

Görülüyor olması lazım, Kaddafi, “ben gidersem el-Kaide gelir, İslamcılar gelir” demesine rağmen bombalanıyor; Mübarek gitmemek için onca direnmesine, onca tavizler vermesine, ezeli düşmanı İhvan-ı müslimin’i muhatap kabul etmesine rağmen kovuldu; Tunus diktatörü, ilk başından beri “Atatürk’ü örnek aldıklarını” söyleyen “son” diktatörü rezilcene kaçtı; isyanlar, ayaklanmalar “kontrol altına alınmaya” çalışılıyor ama herkesin farkedebileceği gibi “İslami vurgulu” bir düzen çevresinde dolaşılıyor hep; bu “nokta”da sormak gerekiyor, “RAP… RAP… RAP…” (Rauf Atila Polat değil muhakkak) GELEBİLİR Mİ?

TASFİYENİN ESERİ, TASFİYECİLERDEN KURTULABİLİR Mİ?

Cevap açık: Kimse bir yudum su bile vermez, “defteri dürülmüştür”, gitmiştir, “ölü”dür.

Tartışılması gereken YENİ DEVLET-YENİ NİZAM olmalıdır.

Bunun için de başta iki kişinin ismini verdik; birincisi, “toplumsal barış” için gerekli olan bir faaliyet; ikincisi ise, tekrar toplumsal barışa ihtiyaç duyulmaması için!

“Ölü” veya “Zombi Batı”, herşeye rağmen saldırıyor, bunu da belli bir intizam-hesap içerisinde gerçekleştiriyor kendince; buna karşılık “Avrupa cephedir, Anadolu bataklıktır, yakarız, yıkarız” sözleriyle verilmez; mesele yakıp yıkmaksa “HAARP” onlar da, “uydu”lar onlar da, işgal etmeden, yuzlerce km. uzakdan memleketi yakıp yıkarlar!

Neyle karşı koyacaksınız?

İbrahim Karagül beye yönelik polemiğimizin son cümleleri, bunun işaretidir:

“-Sahte köklerle hesdaplaşmadan, HAKİKİ KÖKLERİNE bağlanmadan TC Devleti’ne hayat hakkı olmayacağına dair “işaretler-alametler” belirmişken, etkili ve yetkili kişilerin “kendi heva ve hevesleri” ile değil de ECDAD EMANETİ gibi “ruhi”, muazzam bir jeo-politik mevkiye sahiplik gibi “maddi” vasıflara sahip bu topraklara ve onun üzerindekilere YARAŞIR bir siyaset takip etmeleri gerekmektedir.

O siyaset ne?

Tartışılması gereken işte bu; “Kraliçenin Muhtarı” bunun yanında basit bir ensturuman, lafı bile olmaz. Malumat bakımında okumak ise zevke bağlı..!

Ali Baba

22. Nisan. 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder