8 Mayıs 2011 Pazar

Karbonatlı Su!







Ad majorem Dei gloriam





Fatih, İstanbul'u fethettikden sonra, Konstantinapolis olan ismini İslambol-İslam şehri yapmıştı. 

Değiştirmişti ismini.

Bunun gibi birçok misal bulabilirsiniz; sembol olan yerler, büyük şehirler ele geçirildikten sonra, eskiyi, batıl düzenlerini hatırlatıcı isimleri hemen değiştirilmiştir.

Keza, batıldan İslama dönen, hidayete erenlerde isimlerini, eski dönemlerinde ne kadar "şatafatlı ve mühim" olsa da değiştirmiş, umumi olarak da "Abdullah" gibi çok sade, "iddiasız" isimleri almışlardır.

İnanıyoruz ki, eğer, İslamlar, Moskova'yı ele geçirmiş olsalardı, mesela "Kremlin" o isimle kalmaz, başka bir isimle tesmiye edilirdi veya hayal kuralım, "White House-Beyaz Saray" da aynı akibete uğrardı.

Gelenek bu çünkü; geleneğin ardında ise "küffarı zelil kılma" emri yatıyor.
Fakat günümüz müslümanında veya "paralı müslüman”ın da diyelim de kastımız iyice anlaşılversin, bu gelenek yok; geleneğin olması bir yana,  onu bir kenara koyun yani, "küffarın zelil kılınması" emrine yönelik bir "algı" bile kalmamış desek, abes olmaz herhalde.

Hatta, "küffar" bile yok artık lügatlarında; "ötekileştirmek" artık "sivil toplum/katılımcı demokrasi EMRİ!"

Mevzu artık, "ÖNCE İNSAN"; "hoşgörü ve dialog içinde, farklılıkları kabul içinde yaşamak"...

"Farklılıkları kabul içinde yaşamak"ın, acaba o "farklılar"dan hangisinin DÜZENİ içinde olduğu sorusu, "paralı müslümanlar"ın nezdinde abes; "Benim" düzenim içinde "farklılıklar içinde yaşamak" da mümkünken niye "öteki farklı"nın düzeni içinde yaşayalım, sorusunu soran yok, cevabını vereni ise hiç arama! "Kardeş kardeş yaşamak" varken böyle "huzur bozucu, fesad sorulara" ne gerek var, denilir herhalde...

Ortada fevkalade bir ZİHNİYET DEĞİŞİMİ olduğu net, "paralı müslüman" ve "tesir altına aldıkları"nın tavırları bunu gösteriyor; bu değişimin üzerinde sorular sormak da "cıss!"

&

İşte "marka değeri" (yani "para"sal kıymet) olarak alınmış olduğuna inandığımız "eski"den "laik"lerin elindeki Bugün gazetesinde yazı kaleme alan Sayın Ahmet Taşgetiren, "Herkes tarihini farklı yazar..." başlıklı 4 mayıs 2011 tarihli makalesinde, bir "olay" üzerinden bu "zihniyet değişimi"ni "sorguluyor" ve iyi de ediyor.


"Öyleyse, haydi Amerika'ya, bir "Gündem" ve "Zihniyet" telkini yapalım." diyor öncesinde bir hayli  cümle tükettikten sonra netice olarak sayın Taşgetiren, tüketmesine neden olan "olay" da, İslam savaşcısı Usame bin Ladin'in katledilmesi:

"- Yan yana iki ülkecik. Aynı etnik kökene ait. Ama biri Fransızca konuşuyor, diğeri İngilizce. Birine Air France uçuyor, diğerine British Airways. Fransa ve İngiltere, Senegal ve Gambia'yı kendi zihin dokularına göre düşünmeye yöhneltmişler.

Soru:

-Acaba Senegalli ile İngiliz'in, Gambialı ile Fransız'ın tarih algıları aynı mı olmalı?

Afrika'nın batısında küçücük bir ada var. Gore Adası. Burası Kunta Kinte'lerin toplanma mekanı. Burada, 4 asırlık bir süre içinde 16 milyon civarında Afrikalı zenci toplanmış ve Amerika'ya köle olarak götürülmüş. Muhtemel ki, Obama'nın dedeleri de onlardan. Kunta Kinte'lerden 4 milyona yakını yollarda ve çalıştırıldıkları çiftliklerde hayatını kaybetmiş.

Soru:

-Şu an Obama, Amerika'nın muktedirleri adına konuşuyor olsa da, acaba köle tarihi ile beyaz Amerikalı tarihi aynı kalıplarla yazılabilir mi?

Bir soru daha:

-Acaba kökleri kurutulan Kızılderililer'le, beyaz adamın tarihi aynı şablonla yazılır mı?

Bir soru daha:

-"Yedi düvel" Çanakkale'yi geçip, İstanbul'u alsaydı, acaba Çanakkale savaşının tarihi nasıl yazılırdı? Bundan 100 yıl önce, bir Batılı güç, bir İslam toplumunu silah zoruyla çağdaşlaştırmış mı olurdu?"

Sorular can sıkıcı, belki HALA kimilerine tehlikeli bile gelebilir, ama oysa "bundan 100 yıl önce" olmuş bir savaşın ardından, belki 10-15 sene sonra bu soru sorulmalıydı, cevap da o zaman verilmeliydi, verilebilecek bir "kudret" varsa tabii; 100 yıl geçtikden sonra "sormak" ve üstelik hala cevap verEmemek, belki o sorunun bir cevabı olarak da kaydedilmelidir:

"Bundan 100 yıl önce" olmuş bir olayın cevabını 100 yıl sonra bile verEmemek, diye!

Oysa bakın, (1.) Ergenekon davasında yargılananlar gazetecilerden biri olan Hayrullah Mahmud bu sorunun cevabını ne kadar açık veriyor:

"- 1923 – 1938 İhtilali!
Cumhuriyet İhtilali!
Gazi Mustafa Kemal, saltanatı ve hilafeti kaldırdı!
http://tr.wikipedia.org/wiki/Mustafa_Kemal_Atat%C3%BCrk

Ümmetten, bireye dayalı bir demokratik devletin temellerini attı.
Meclis Başkanı, Cumhurbaşkanı oldu!
Atatürk oldu!

Teori değil eylem adamı idi!

Fransız düşünürlerden etkilendi.

İktidarda kaldığı 15 yıl boyunca, İttihat Terakki’nin planında yer alan ne varsa hepsini hayata geçirdi.

İthal de olsa, kurulan sistem eklektik de olsa, demokrasinin tüm kurumlarını Batı’dan getirtip, ön demokrasi denemesi yaptı!

II. Dünya Savaşı öncesinde, küresel aksta “statüko”dan yana tavır aldı."


Çok daha açığı:

"Bu anlamda birkaç satır…

Enver Paşa üzerinden “İhtilal” yapıp, “Osmanlı Ordusu”nu yenilediler.
1915’te Çanakkale’yi İngiliz & Fransız’a geçirtmedik, bu sayede Rusya’da her şey Almanlar’ın istediği gibi oldu!

Rusya’da “ihtilal” oldu, ardından Osmanlı işgal edildi!
Teşkilat- Mahsusa’yı kurdurdular ama beyni yoktu!
Almanlar, kıçı kırık Şerif Hüseyin’in öldürülmesi kararını onaylamadıkları için İngiliz tekerleğinin teki, Arap dünyasından Osmanlı’yı söküp attı.

Parçalandık!

Mustafa Kemal, yeni devleti kurunca, Alman arka planlı İttihat Terakki’nin programında ne kadar dönüşüm programı var ise hepsini hayata geçirdi.

Şartlar öyleydi!

“Doku uyuşması var mı yok mu”ya bakılmadan “eklektik bir devlet sistemi” kuruldu ve/veya “organ nakli” yapıldı!

Hatta bazılarını, misal kadına seçme seçilme hakkı verilmesi vb Avrupa’dan da önce yaptı!

Bünyenin her on yılda bir çökmesi sebepsiz değil!

Yani?!

Almanlar’ın da zaten istediği Osmanlı’nın yıkılması idi!

Sadece bunu kendi elleri ile yapmadılar, taşeron olarak İngiliz’e havale ettiler."


Cevabın anlaşılamamasında bir sorun var mı?

Eğer bir sorun varsa, "bundan 100 yıl önce" olmuş bir olayın hemen arkasından kurulan "yeni devlet" içinde, "durum muhakemesi" diye de anlaşılabilecek ama aslında bir "tespit-teşhis-tedavi reçetesi" olan Üstad Necip Fazıl'ın "TARİH MUHASEBEMİZ" kısmına bakmak, ve sayın Taşgetiren’in bir türlü cevap verEmediği, Hayrullah Mahmud'un da "analiz" olarak göstediği neticenin aslı-esasını okumak gerekir! 



Cevap verilmiştir yani; ama kimse o cevaba el atmak istememektedir; bilmiyor, görmüyor değiller, biliyorlar, görüyorlar ama REÇETEYE DOKUNAMIYORLAR; sebebi nedir ki diyen olursa, "cısss!" deriz!

Bu durumda, sayın Taşgetiren'in;

"- Çanakkale'de ne yaptık da zihnimizi bu Batı şablonundan koruma imkânı bulduk"

demesinin hiçbir anlamı kalmıyor tabii olarak.

Çanakkale geçilmiş" olduğundan "ne yaptık da korunduk" demek anlamsız; bir sorunun cevabını bile (o kadar düşünce özgürlüğü var, Hayrullah Mahmud da yazmış mesela, onun üzerinden de anlatılabilir, olmadı Üstadımız seneler önce DOKTRİNER olarak kaleme almış, onu kaynak gösterek de "kanuni sınırlar içinde" kalınabilir, verilememsindeki sıkıntı "kanun" ise eğer) verEmemek vaziyeti ortadayken, "zihnimizi bu Batı şablonundan koruma imkânı bulduk" demek HALLUSİNASYONDAN  başka bir şey olmasa gerek!

Sayın A. Taşgetiren, Bugün'deki köşesinde bulunan tebessüm vaziyetindeki fotoğrafına şöyle bir baksa, HALUSİNASYON veya özellikle Gülenistlerin bolca kullandığı "tekellüflü tevil"le (hatta onu dahi becerememiş) konuyu "geçiştirdiğini" görecektir: "Zihin" "korundu" desek bile kılık-kıyafet/şekil "Batı şablonu"!


"Duygu seli" Taşgetiren'in  "kibar uslubu"ndan bir örnek!



Taşgetiren Bosna'dan bahsediyor ardından yazıda, "geçen hafta oradaydım" diyor:

"- Bosnalı, evet çağın müthiş soykırımından canının bir parçasını kurtarmış. Bu arada sözüm ona "Barış!" olmuş, Sırplar'a ayrı devlet verilmiş, Hırvatlar'a ayrı devlet verilmiş ama Boşnaklar'a gelince, "Tek başına devlet olmaz" denmiş. O devlete Hırvatlar ve Sırplar ortak edilmiş.

İmkânı yok, Boşnak'ın zihninde adalet terazisi yerli yerine oturmuyor. Bir Boşnak'ı Sırp gibi, Hırvat gibi, Amerikalı, Belçikalı gibi düşündüremiyorsunuz.

Tarihler farklı yazılıyor çünkü."

Haklı ve haklılar; haklılar çünkü Balkanlardan Avrupa'nın göbeğine -tıpkı Anadolu kıtası gibi- "bir at başı gibi uzanan" coğrafya içinde İSLAM DEVLETİ istemiyorlar, "ulus devletlere" bölerek o bölgeyi (ve heryeri) bu "ulusların" kendi içlerinde ve çevreleriyle "sorunlu" halde kalmalarını istiyorlar, "SİTE DEVLETLER" istiyorlar, yapıyorlar da, arka planı bu olan BOSNA DRAMI'nı, -peki- YALAN'I VE ALDATMAYI SİYASET YAPANLAR, "farklılıklar içinde dialog ve hoşgörü mekanı" diye tanıtırlarken ne yaptınız Ahmet Taşgetiren, sorusunun cevabı da yoktur tabii olarak!

Aslında, sayın Taşgetiren’de hiç bir cevap yok!..

Bakın yazılarına, ortada tek bir cevap bulmazsınız, tek bir çözüm teklifi göremezsiniz, bir tane çıkış yolu okuyamazsınız, sadece sorular, sorular, sorular; kafa karıştıran, ki kafası karışık olduğundan mı yoksa arkasında başka bir şey mi var "flu"; bütün soruların ardından, sanki o sorularla bir cevap gelecek, sorular ile "olay"ın irdelenmesi yapılıyor zannedersiniz ama, bakarsınız ki, (“sana bir gazoz vereyim mi yavrum?” misali)  "KARBONATLI SU"dur sadece o sorular, sonunda yine "olay" ortada kalır, fakat cevapsız da değildir gerçekte, cevap verilmiştir, "karbonatlı su" ikram edilmiştir(!) okuyucuya, "rahatlatılmıştır" ve elbette sayın Taşgetiren’in "hassasiyetini gösteren duygusal bir yazar" olduğu bir daha teyid(!) edilmiştir.

"- Şu anda bizden Usame Bin Ladin tarihini Amerika ile aynı yazmamız isteniyor. 
Bizden, yani tüm İslam dünyasından.

İsteniyor ki, bu coğrafyada olan biten her şeye Amerika gibi, Avrupa gibi, Rusya gibi bakalım.

"Çeçen terörü" diye söze başlıyoruz ama bir süre sonra Çeçenistan'a Rus birlikleri ateş kustuğunda kafamız karışıyor.

"Hamas terörü" diye söze başlıyoruz ama İsrail Gazze'ye ateş kustuğunda, "Bu tarih böyle yazılmamalı" noktasına geliyoruz.

"Terör" diye diye iş, İslamofobi'ye vardığında kafamız karışıyor; "Bu tarih böyle mi yazılmalı" sorusu zihnimizi burguluyor.

Ortadoğu, İslam toplumları, henüz gerçek anlamda bağımsız tarih yazma noktasına gelmediler.
 (...)
Hâlâ kurulu düzenlerin büyük kısmı, açık veya örtülü sömürge formatı taşıyor.

Bir bilinç uyanışı ve mevcut durumun sorgulanması meselesi bu.

Bir "Gündem" ve "Zihniyet" farklılaşması meselesi bu.

Amerika, yer yer Avrupa'yı yedeğine alarak veya Avrupa ile çıkar birliği içinde hem kendi gündemini dünya gündemi haline getirmek istiyor hem buna bakış formatını zihniyet çerçevesi halinde empoze ediyor ve bakıyorum, birçok zihin dünyasında bu tahakküm sonuç veriyor.

Sormak isterim:

-Biz, Allah'ın bir günü, Amerikalı veya Avrupalı'yı, Filistin meselesinde bir İslam ülkesi çocuğu gibi bakmaya yöneltebildik mi? Yöneltemedik."

Bilen biliyor ki, "kafası karışanlar", TARİH MUHASEBESİNİ "100 yıl geçmesine rağmen" hala yapmaya CESARET EDEMEYENLERDİR!

Bilen biliyor ki, "kafası karışanlar", iki farklı davranış biçiminde bulunanlardır; mesela, burada "başörtüsüne özgürlük için elele zinciri" yapıp "hassasiyetini" gösterirken, "zincir"in sabahında kerimesini Viyanalara, "fener'in yurtları"na gönderenlerdir! 

"Hamas terörü", "Çeçen terörü" diye yazarken bile... Hamas'ı ve Çeçenleri "terörist" olarak gösterenlere, yapılan "eylemlere-tedhiş faaliyetlerine" insani vasıflarla "eleştiri" yöneltenlere eğer tek bir söz safetmemişseniz, sözgelimi Telaviv'e "düşen" birkaç "Katyuşa" nedeniyle "sivil halk" gibi sözler safetmişseniz, "Terör" diye diye iş, İslamofobi'ye vardığında kafamız karışıyor" demeniz normaldir.

Konfora alışmış bir zihniyetin ürünüdür bütün bunlar.

Tecavüze kalkışmış, tecavüz etmiş bir hayvanı, o an, onun rehavetinden yararlanarak fırsatı ele geçirip kalbinin üstünden bıçaklayıp, boğazını kesen kadına, "mağdur!!!"un parçalanmış kanlar içindeki cesedi üzerinden "vahşi, barbar" demekten ne farkı vardır şu "sivil halk" sözlerinin?

el-Kaide, "SAVAŞI EVLERİNE TAŞIMAK" açıklaması ile Londra'nın göbeğinde bombalar patlattığında, "ey el-kaide çık ortaya" diye yazı yazmak, "sivil halk"dan, "islamafobinin artmasına neden olmakdan" bahsetmekden ne farkı vardır?

Hiç tecavüz edildiniz mi sayın A. Taşgetiren?

Hiç bir akrabanız, kızınız, eşiniz, baldızınız, anneniz, kardeşiniz, yeğenleriniz, tecavüze uğradı mı sayın Taşgetiren?

Filistin'de, Çeçenistanda, Afganistan'da, Irak'da oldu bunlar; binlercesi SİSTEMLİ TECAVÜZDEN, KASITLI AŞAĞILAMADAN geçirildi, işte Usame bin Ladin’in katledilmesi üzerine "White House" etrafında ve evlerinde "sevinç gösterileri" yapanlar; bunları görmeyip,  "haklarını meşru yollarla aramalı" diye sorular sormanın anlamı nedir?

Bu anlam belliyken, AYNADA KENDİNE BAKACAĞINA, "İslan toplumu henüz gerçek anlamda bağımsız tarih yazma noktasına gelmediler" demek, hala "karbonatlı su" tedarik etmekden başka bir şey değildir herhalde!
Çanakkale'nin üzerinden 100 yıl geçmiş ve hala TARİH MUHASEBESİ yapmamışsan, "hâlâ kurulu düzenlerin büyük kısmı, açık veya örtülü sömürge formatı taşıyor." diyorsanız, AYNA'ya baktıkça gördüğünüzü yazdığına eminizdir ve bunda suç kimdedir?

Populizme hiç gerek yok, suç hala o "karbonatlı su"yu içmeye devam edenler de ve onu verenleri TEŞHİR ETMEYENLERDE de vardır!

Bütün bunların üzerine, NEYİNİZE GÜVENEREK şöyle yazabiliyorsunuz bu da bir merak konusu sayın Taşgetiren:

"- Sormak isterim:

-Biz, Allah'ın bir günü, Amerikalı veya Avrupalı'yı, Filistin meselesinde bir İslam ülkesi çocuğu gibi bakmaya yöneltebildik mi? Yöneltemedik.
Öyleyse, haydi Amerika'ya, bir "Gündem" ve "Zihniyet" telkini yapalım."
Neyinizle sayın Taşgetiren, neyinizle?

&

Malum, sayın Ahmet Taşgetiren'in "hassas bir ruh ve kalemi" var; "duygu seli" içinde neredeyse...

1997 senesinde "duygu seli" dolu "Savunan Adam" isimli makalesi ile geçenlerde vefat etmiş bir siyasetçiye, EDEPSİZCE, Allah Resülü ve Hazret-i 
Ebubekir tabloları sunmuştu.

Ardından "yerini tayin edip" durduğu tarafdan, aynı gazetede 14 Nisan 2000'de,  
"FP: Yarışta centilmenliği korumak" başlıklı bir yazıyla "MAĞARA ARKADAŞLARI"na benzettiği "Savunan Adam"a, "centilmen ol!" demeye getiriyordu; A. Gül'ün, Fazilet Partisi'nin kongresinde "aday" olacağını açıklaması üzerine başlayan gelişmeler üzerine...

"- FP içindeki kongre süreci ilerledikçe, gerilim de artıyor. Her yarışta bir ölçüde gerilim olması normal. FP içinde de gerilim olması bekleniyordu, ancak, bunun her partidekinden farklı, belki daha karşılıklı hukuka riayet çerçevesi içinde cereyan edeceği tahmin ediliyordu. Ancak yer yer tanık olunanlar, ölçülerin zorlanacağı endişesini de gündeme getiriyor."


Görüldüğü üzere, üç sene içinde "savunan adam", "diktatör adam" olmuştu sayın Taşgetiren'in "zihninde":

"- Anlıyorum ki, bir kesimde Abdullah Gül’ün “haddini bilmesi”nin sağlanması hedefleniyor. Kongrede başarısız olursa, “haddini aşmış olması”nın bedelini ödemiş olacak.

Bu durumda karşıda da, kongre kazanmak, parti çizgisinde bir “devrim” olarak algılanır herhalde.

Bunun ortaya çıkaracağı sonuç, gerçekten dramatik olacaktır. Yani her iki kesimin de, partinin temsil ettiği misyon adına hayfılanacağı bir sonç olacaktır.

Yetişmiş insan kaybı…

Bir grubun dışlanması…

Bedeninizden bir can yongasının koparılması…

Bunların hangisi benimsenebilir bir şeydir?"

Oysa şu satırları yayınlattığı gazetede, hiç te bahsettiği gibi "centilmence bir yarış" hesabının yapılmadığı toplantılar oluyor, şimdi Milli Eğitim Bakanı olan kadın, gazetenin avukatı olarak "hukuki hizmet" sunuyordu; aslında mesele Fazilet Partisi'nin kongresinde A. Gül'ün genel başkanlığı kazanması-kazanmaması değildi, "Yenilikçiler" denilenler de biliyorlardı ki, kazanamayacaklar, fakat kurnazca bir taktik uyguladılar, "ayrılmakdan başka seçenek bırakmadılar" demek için "geleneğin dışına çıkıp" genel başkanlığa aday oldular!

Açıkca, kendilerini sindirmek, haddini bildirmek isteyenlere karşı akıllıca (kurnazca) bir taktik uyguladılar; burası ayrı mesele, ama bunu herkes bilirken merkezinde bir gazetede yazılar yazan sayın Taşgetiren’in bilmemesi mümkün mü?

Hayır elbette!

O, herzamanki gibi, -yukarıda da gösterdik- sorular sorarak, "duygu çağlayanları oluşturarak", "Kutan-Gül yarışını, misyonu daha yükseğe taşıma yarışı olarak görmek lâzımdır. FP camiası, bir olgunluk sınavı veriyor. Bakalım nefisler ne kadar ne kadar dizginlenebiliyor? Bakalım gıybet sınavından kaç kişi geçebilecek?" minvalinde "karbonatlı su" ikramları ile daha dün kadar yakın zamanda "Savunan Adam" dediğine karşı cephe almıştı, ama bunu işte "sorularla" maskeliyor ve “hassasiyetini!!!” gösteriyordu sadece!

"Savunan Adam"ın vakti bitmiş, "Şiir Okuyan Adam" gelmişti artık!

Safını "Şiir Okuyan"ın yanında tuttu; "Savunan Adam"ı, hep yok saydı sonrasında, gerektiğinde "tıkandılar" minvalinde sözler sarfetti ama gün geldi "Savunan Adam" da öldü ve işte o zaman "Savunan Adam"a rahmet" diyerek aldı eline kalemi yine!

"Duygu çağlayanları" kurdu sayın Taşgetiren!

"Siyaseti de bir dava ile iç içe yürüten bir insandır" dediği "Savunan Adam" lakabını taktığı Erbakan'ın "anlaşılıp anlaşılmadığını" sorması, nasıl bir yankı burakır, sizin nezaketinize bırakıyoruz.

Sayın Taşgetiren’in yaptığının "ÖLÜ-SEVİCİLİK" olduğunda hiç şüphe yok; "Savunan Adam"a sonsuz rahmetler diliyorum. Ailesine, gönül dostlarına, milletimize başsağlığı diliyorum." derken bile, "rahmet" faslını "Savunan Adam" haline yolluyor, yani “benimsediği” döneme; "ailesine" ve artık kendisinin onlardan olmadığını ilan ettiği "gönül dostları"na (gönül dostlarımıza, değil!) ve "milletimize başsağlığı" dileyerek bunu açıkca yazıyor.

Yazdığı yazıya baktığınızda göreceğiniz, "Savunan Adama Rahmet" felan değildir; Erbakan'ın resmi cenaze tören istememesi üzerine, "kurul düzenle davalı" bir "dava adamı"nın dünyaya veda ederken bıraktığı çok anlamlı bir mesajdır" dedikten sonra asıl demek istediğine geliyor:

"- Hiç şüphesiz Türkiye`yi seven, Türkiye`ye hizmeti ibadet belleyen, Türkiye`nin sistem sancısından kurtulmasının, tüm İslam coğrafyası için taşıdığı anlamın farkında olan bir insandı. Şu an İslam coğrafyasında yaşanan hareketlilik, belki de onun D-8 ufkunun içinde olan bir hareketlilikti. Eminim, Mısır`da, Tunus`ta, Libya`da olanlardan, hasta yatağında heyecan duymuştur. Eminim Türkiye`de atılan adımları, yeterli görmese de dua ile desteklemiştir"

Şu anda bile internetde dönen Hocanın videolarından herhangi birisini seyretseniz, "adımları" atanlar hakkındaki "iltifat"(!) ve "dua"(!)larını dinlemeniz mümkünken, sayın Taşgetiren bunu bilmiyor mu da böyle yazıyor diye soracak olanlara sadece "ölü-sevicilik yapıyor" demekle yetiniriz!

&

Sayın Taşgetiren yukarıda alıntı yaptığımız yazısında "Batı formasyonu, zihniyeti dayatılıyor" diyordu ya, o "zihniyet" şöyle bir şey olsa gerek:

"- Usame Bin Ladin öldürüldü.
Pakistan'da, İslamabad'ın 50 kilometre yakınında bir malikanede...
Çatışma oldu mu, meçhul.
Yeri belirlenmişti, Obama düğmeye bastı, operasyon yapıldı ve bilinen son...
10 yıl arandı, durdu. Koca Amerika, CIA'nın dünyayı saran ajan ağına rağmen Usame Bin Ladin'i bulamadı. Dağlar taşlar bombalandı, Afganistan işgal edildi, siviller "yanlışlıkla" öldürüldü, Amerika Afganistan'a yerleşti.
Öldürülmeden yakalanamaz mıydı? Yakalansa ve konuşsaydı..."

Evet böyle olmalı, aksi halde en asgari olarak şöyle düşünmek normaldir ki, sayın Taşgetiren de bunu yapıyor işte bu yazısında:

"- O, Amerikan tanımlamasına göre "uluslararası bir terörist"ti.
Ama Bin Ladin'e sorarsanız, Amerika "Dünyanın en büyük terörist devleti" idi.
Terörizmin bir başka ayağında İsrail vardı, MOSSAD vardı.
Amerika ve İsrail, mesela Hamas'ı da terör zincirine bağlamıştı. Oysa Hamas, Filistinliler'in gözünde kurtuluş mücadelesi vermekteydi.
Terör tanımlamaları, durduğunuz yere göre değişmekteydi.
Obama, "Hem Amerika'da hem de bütün dünyada dikkatli olmalıyız. Bir kere daha söylüyorum. Bizim sorunumuz İslam'la değil. Başkan Bush'un dediği gibi, bizim mücadelemiz İslam'a karşı değil, teröre karşı. Bin Ladin İslami bir lider değil" demiş.

Bu iş bu kadar yalın ve masum mu, bilmiyorum.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Usame Bin Ladin'in öldürülmesiyle ilgili "Bu şunu gösteriyor; teröristler ve terör örgütlerinin başlarının sonu, eninde sonunda canlı veya cansız ele geçirilmektir. Dünyanın en tehlikeli ve sofistike başının da bu şekilde ele geçirilmiş olması, herkese ibret vesilesi olmalı. Büyük memnuniyetle karşılıyorum" demiş.

Genel geçer bir duruş.

"Tehlikeli" ne demek, "sofistike" ne demek?

İlk paralel tepkiler içinde şunlar da var:

İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres: "Operasyon büyük başarı. Sadece ABD değil tüm dünya Bin Ladin'e verilen gecikmiş ama haklı cezanın ardından daha rahat nefes alacak."

İngiltere Başbakanı David Cameron: Usame Bin Ladin dünyanın gördüğü en kötü terör saldırılarından sorumluydu. 11 Eylül ve diğer birçok saldırı, birçoğu İngiliz binlerce insanın hayatına mal oldu. Bin Ladin'in bulunması ve küresel terör eylemlerini sürdüremeyecek olması çok büyük bir başarı.

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu: "İsrail devleti, Usame Bin Ladin'in ortadan kaldırılmasının ardından ABD halkının sevincini paylaşıyor... ABD Başkanı Barack Obama'yı adalet, özgürlük ve teröre karşı omuz omuza savaşan demokratik ülkelerin ortak değerleri adına elde ettiği zafer için tebrik ediyorum."

İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman: "Gelecek birkaç gün çok önemli çünkü El Kaide'ye bağlı tüm organizasyonlar veya örgütü temsil edenler büyük bir saldırı düzenlemek için her türlü çabayı gösterecek."

İşte böyle devam ediyor tepkiler...

İslam ve terörün yan yana zikredilmesi Sovyet sonrası Batı'nın, İslam dünyasını terbiye etmeye yönelik ideolojik bir operasyonu idi. Aynı zamanda İslam coğrafyasına yönelik askeri harekâtların gerekçesini oluşturdu.

Rusya "Çeçen terörü"nü gerekçe göstererek Kafkaslar'da terör estirdi, Amerika "El Kaide terörü"nü gerekçe göstererek Irak-Afganistan harekâtlarını gerçekleştirdi, İsrail, Hamas'ı gerekçe göstererek Filistin'i vurdu...

Devletler adına gerçekleştirilen sivil ölümleri terör olmadı!!!"


Görüldüğü gibi sayın Taşgetiren, "büyük memnunlar kafilesi" içinde yeralan Gül'e görünürde "hadi canim" derken, asıl teröristlerin "devlet terörü"nu uygulayanlar olduğunu söylemeye ıkınarak, sıkınarak çalışıyor! yine de iyidir ama; ta ki şunu söyleyene kadar ama:

"- Usame öldürüldü, demek Kİ ZAMANI GELDİ diye düşünmek de mümkün."

Bu nedir?

Şu yukarıda yazdıklarının hepsini bir cümlede silip atmak demektir; "büyük memnunlar kafilesi"ne, "zamanı geldi öldürüldü", yani Usame bin Ladin de "kullanılandı", kullanım imkanı kalmadığından öldürdüler diyerek katılmakdır!
Aslında, "Öldürülmeden yakalanamaz mıydı? Yakalansa ve konuşsaydı.." diye alıntı yaptığımız yazı, sayın Taşgetiren'in şu yukarıda yazdıklarının giriş kısmı, onun yazısı yani, bir yazı içinde bu kadar KIVIRMA az bulunur cinsdendir ve görüleceği üzere sayın Taşgetiren, yine sorular sorarak güya "hislere tercüman olurken" aslında dönüyor dolaşıyor "Batılı zihni formasyonu" papağan gibi tekrarlamakdan başka birşey yapmıyor:

Bin Ladin Teröristdir!

Üstelik bunu o kadar bayağı bir şekilde yapıyor ki, "Usame'nin gerçek yargısının mahkeme-i kübrada olacağında kuşku yok." diyerek, mahkeme-i kübraya uğramadan geçmeyecek tek bir Allah kulu olmadığına göre, buna vurgu yapmasının sebebi, hani "İkiz Kuleler"de 3000 Amerikalının öldürülmesine atıf yaparak "sivillerin kanlarını dökmenin hesabını" verirken zorlanacağı zannını herkese dayatma veya bu düşünceyi zihinlerde oluşturmayı hedefliyor!

Çok kurnaz biri sayın Taşgetiren...

"Usame bin Ladin soruları" başlıklı yazısını 3 mayısda yazıyor, ağzına geleni klavye ile yazıyor, ardından bir sonraki gün, müslüman yazarların arasında Usame bin Ladin’le alakalı iyi niyetli yazılar çıkınca, anında çark ediyor, 3'ünde dediklerini tersleyen bir şekilde 4 Mayıs’daki yazıyı kalame alıp, hiç utanma sıkılma yapmadan "şu anda bizden Usame Bin Ladin tarihini Amerika ile aynı yazmamız isteniyor. Bizden, yani tüm İslam dünyasından." deyiveriyor!
Fakat sayın Taşgetiren yapıp ettiklerinden tatmin olmamış ki 6 mayısda “büyük resim-küçük resim” diye söze başlıyor:


“-Büyük resim, küçük resim diye...

Önce büyük resmi görmek lazım sonra onun içindeki küçük resmi görmek lazım. Yani küçük resmi büyük resim yerine koymamak lazım.

Diyorum ki, Usame Bin Ladin falan küçük resimler...

Onun öldürülmüş olması da küçük resim.

Irak da resmin bir parçası, Afganistan da... Filistin, Bosna veya Çeçenistan da...

Şu sıralar İslam coğrafyasında ülke ülke yaşanan gerilimler, arayışlar da...

Büyük resim ne peki diye sorarsanız bana göre büyük resim, bu büyük coğrafyanın mazlumiyeti ve tarih sahnesine yeniden özne olarak çıkma mücadelesidir.

100 yıllık mazlumiyet ve yüz yıllık mücadele...
Türkiye'nin yaşadığı sancılar da odur, bu sancılardan kurtulma çabası da odur.
Dolayısıyla küçük resimlerde olan bitene, büyük resimdeki yerine göre değer vermek ve anlam yüklemek gerekiyor.

Dolayısıyla küçük resimlerde olan bitene, büyük resimdeki yerine göre değer vermek ve anlam yüklemek gerekiyor.

Amerikan kuvvetleri, Afganistan'a girmiş. Irak'ı işgal etmiş. Saddam'ı öldürmüş, Usame Bin Ladin'i öldürmüş.

Soralım kendi kendimize:
Bu Amerikan eylemleri, İslam coğrafyasının mazlumiyeti noktasında ne anlam taşıyor?

Bu Amerikan eylemleri, bu coğrafyanın sancılardan kurtulma mücadelesine nasıl etki yapıyor?

Soralım kendimize:
Irak'ın işgali, İslam coğrafyasını daha özgür mü kıldı?

Soralım kendimize:
Afganistan'daki Amerikan işgali, Asya'da İslam'a daha bir etkinlik mi kazandırdı?

Soralım kendimize:
Usame Bin Ladin veya Saddam öldürülünce, dünyada yüzümüz daha ak mı dolaşmış olacağız?

Ben diyorum ki, mazlumiyet orada öylece duruyor.

Ben diyorum ki, İslam coğrafyasının kendini inşa problemi, orada öylece duruyor.

Ben diyorum ki, İslam toplumlarının, tarih sahnesine yeniden ve özne olarak çıkması zarureti, orada öylece duruyor.

Biz, bütün bir coğrafya olarak, bütün bir İslam dünyası olarak, üzerimize giydirilen yüz yıllık deli gömleğini atabilmiş değiliz.

Hâlâ bizim coğrafyamızda başkalarının at koşturduğunu görüyor, senaryosu başkaları tarafından yazılmış savaşlardan, öldürme operasyonlarından kendimize mutluluk üretmeye çalışıyoruz.

Irak'ta da, Filistin'de de, Afganistan'da da ölenler bizim insanlarımız.

Aslında bir düşünsek:

Usame Bin Ladin de, Saddam da, Mübarek de, Zeynelabidin Bin Ali de, Kaddafi de, bizim yazmadığımız bir senaryonun kahramanları...

Dün onlar çıkarıldı başrole, bugün bizim coğrafyamız için senaryo yazanlar onları öldürme gereği duyuyor.

Biz dün onlara selam durdurulduk, bugün onların öldürülmesine selam durduruluyoruz.

Neden?

Çünkü büyük resmi kaybediyor ve küçük alanlardaki hikâyelerle meşgul ediliyoruz.”

Dikkat ediyorsunuz değil mi, dolaştı durdu, elbette “KARBONATLI SU” olarak sorular sordu ve en asgarisinden düşünülecek olsa (ki bu da değildir malum) işgale karşı vatanlarını, müslümanları “Savunan Adamlar” olan Saddam Hüseyin ve Bin Ladin’i, işgali savunan ve bizzat kendi ülkelerinde işgalcilerle işbirliği yapan Mübarek ve Zeynelabidin Bin Ali gibi iki pislikle AYNILAŞTIRDI sayın ahmet Taşgetiren!

Ya şunlara ne demeli:

"- 100 yıl önce bu coğrafyaya biçilen mazlumiyet statüsünü görebilseydik, bunun bu coğrafya için zillet olduğunu, ezilme olduğunu, sömürülme olduğunu, bu coğrafyanın tarihten düşürülmesi olduğunu görebilseydik... Ve içimizde, bu mazlumiyetten kurtuluş noktasında bir karar oluşturabilseydik...”

Ne kadar samimi değil mi?

Ne kadar dertli değil mi?

Ne kadar da “büyük resme” dikkat çekmeye çalışan değil mi?

Ne kadar da “küçük işler”le ilgilenilmemesi için uğraşan biri değil mi?

Ne kadar da yanık bağırlı değil mi?

Aslında, NE KADAR KURNAZ değil mi?

Rahmetli Üstadımızın yanına gidip gelenlerdendir sayın Taşgetiren, oraya çay servisi yapmaya mı gittin sadece, bardakları yıkamakdan başka bir işle meşgul olmadın mı da kulağına hiç “mazlumiyetten kurtuluş noktası”na nasıl varılacağına dair IDEOLOCYA ÖRGÜSÜ lif lif örülürken hiç mi bir şey farketmedin, kulağına birşeyler çalınmadı?!

“İdeolocya Örgüsü”, “Büyük Doğu”, ancak “Büyük Ortadoğu Projesi” telaffuz edilmeye başlandığında, “aaaa, Necip Fazıl’ın Büyük doğusuna ne kadar benziyor” demek için mi hatrına geliyordu sayın Taşgetiren?

Beğenmedin mi onu; çok mu “totaliter” geldi, “sivil toplumcu” değil miydi; oysa İstanbul’dan Edirne’ye “git o ağacın başında dur!” diye emirler bile verilebilecek bir “askeri örgütlenme”den ve o emri de “tak-şak!” diye uygulayacak “neferleri”nden biri değil miydin, Yeniden Milli Mücadeleci değil miydin ki, “totaliter” olarak görebiliyor, BD’nin lafını bile etmiyor, ancak “ölü sevicilik” gibi 25 Mayıslarda adını anabiliyorsunuz Üstadımızın!

“- Biz İslam toplumları henüz bu coğrafyaya karşı yürütülen savaşı tam idrak edebilmiş değiliz. Zihinlerimiz berrak değil.

Zihinlerin berraklığı bir anlamda Mevlana Hazretleri'nin, pergel metaforuna benzer. Sağlam bir dayanağın olsun, dünyayı dolaş.”

Evet!

Bir dayanağın olsun!

50 sene önce o DAYANAK ORTAYA ÇIKARILMIŞ; ser-seri bir şekilde dolaşacağına, kendi içinde bir tutarlılığı olan BÜYÜK DOĞU İDEOLOCYASI’nı “dayanak” yapacaktın (yapacaktınız), hiç değilse elinde bir reçete olur, derde deva bulmaya çalışırdın, velev ki bir “hata”yı tespit ediverdin (iş içinde herşey olur!), revize edecek ve yola revan olacaktın ki “zihinlerimiz berrak değil.” demenin bir kıymeti olsun sayın Taşgetiren!

Bu sadece “BİZ SER-SERİYİZ!” itirafıdır şu anda!

Büyük Doğu İdeolocyası, sana “büyük resmi” de gösterecekti; hiç değilse “zayıfları” görecektin ama bunu da “totaliter” deyivererek “sivil toplumcu” saflarında ”reddettin!

Ardından şu dediğin hele “kurnazlığının” göstergesi ve aslında senin “Mevlana Hazretleri'nin, pergel metaforu” ile hiç ilgilenmediğinin, onu da sadece “ne kadar bilgili!” havası vermek için kullandığın “okumuş adam tablosu”ndan başka bir şey değil:

“-Ben diyorum ki:

Dünyada Amerikan-İsrail terörü, en azından El Kaide terörü kadar konuşulur hale gelinceye kadar, İslam dünyası ile ilgili terör değerlendirmelerinin tamamını, zihinsel terör olarak değerlendireceğim”

Gördünüz değil mi, sayın Taşgetiren, yine döndü dolaştı “el-Kaide terörü” deyiverdi!

Yani Bin Ladin de “terörist!”

“Bir "Gündem" ve "Zihniyet" farklılaşması meselesi bu” değil de nedir?

Üstelik ısrar ve inatla, “farklı zihniyetini”, “farklılaşmış zihniyetini”, “BATI FORMUNDAKİ ZİHNİYETİNİ, “karbonatlı su”ların soruları eşliğinde, “hassas, duygu yüklü bir yazar” imajı içinde “KADİFE KAPLI YUMRUK”la, yani açıkçası “güleryüzlü totariter” olarak yerleştirmeye çalışmak, değil midir bu?

(Baştanaşağı okuduklarınızı aşağıdaki vidyo ile birlikte düşünüz; özellikle “bereket versin”deki “paralı müslimler”in ağzına dikkat:

Siz bir “KURNAZ” ve “DESPOT”sunuz aslında sayın Taşgetiren!

Gerçekte o kadar harf ısrafına rağmen hiçbir şey söylemeyen, hiçbir derde derman olmayan, sadece “efendilerin” çıkarlarını koruyan, okuyanları “karbonatlı su” içirterek “hassas ruhlu” portresi veren, misal olarak bir İlhan Selçuk, bir Kemal Alemdaroğlu, bir Veli Küçük, bir D. Perinçek’den de –onların ne olduğu apaçık belli ve gizlemiyorlar- tehlikeli birisiniz bu memleket ve insanlara!

Kaleminizi işte böyle kırdık sayın Taşdelen; şişenizi yere çaldık!


Artık, (nasılsa MI5-MI6, MİT, CİA, JİT’em tarafından bilinen, okunan ve “istihbari darbe yapabilen” bir bloğumuz var, öyle deniliyor) bu yazı herkesin beynine kazınacak ve eski portreniz silinecek; hiç değilse, yazdıklarınız okunurken bu polemiğimiz akıllara gelecek, “sorgulanacaksınız”, o halde “kaleminizin tesiri kırıldı”, bunu kabul edeceksiniz sayın Taşgetiren!


Ali Baba


Ekler:

1) Ser-Seri: Argodaki “serseri”den farklı ve ona da yataklık eden “başı serbest” demektir ve sayın Taşgeitren’e de tam uyar!

2) "küffarın zelil kılınması" emri unutulmuştur, “karbonatlı su” ikram edenler çoğaldıkça “küffar” kavramı bile “out” olmuş, “farklılıklar içinde biraarada yaşamak” in’leşmiştir. Gerçekte, “küffar”, bu “in”leşenler ortada oldukça, birincil derecede önemli olmayı kaybetmiştir. Birincil derecede önemli olan, in’leşenlerdir; Osmanlı hukukunda bu in’leşenlere tatbik edilen ceza, ailesinin nafakası ayrıldıktan veya ailesi devlet korumasına alındıktan sonra, kendisinin “bostancıbaşı”na terkedilmesi veya sürgüne gönderilmesi VE TÜM MAL VE MÜLKLERİNİN MÜSADERE EDİLMESİydi. Bu, canlandırlacaktır. Canlandırılmalıdır. 

3) Sayın Taşgetiren bir yazı daha yazmış, bahsettiğimiz gibi “karbonatlı su” ikramı ile Bin Ladin konusundaki vazifesinin bittiğine kani olmuş ki, şimdi, “Şiir Okuyan Adam”a dair “karbonatlı su” ikramı ile meşgul.

"AK Parti'nin en önemli sorunu" başlıklı yazısında, "Küresel ekonomik krizin Türkiye'yi teğet geçtiği doğru. AK Parti'nin ekonomiyi büyüttüğü doğru. Rakamlar planında fert başına milli gelirin arttığı doğru.Türkiye ekonomisinin dünya ekonomileri içinde daha üst sıralara çıktığı doğru.Enflasyonun düştüğü doğru. Faiz oranlarının düştüğü doğru. Avrupa ekonomileri hâlâ kriz içinde boğuşurken, Türkiye'nin birçok AB üyesi ekonomisinden daha iyi noktada olduğu doğru. İhracatın arttığı da doğru. Cari açık tehlikeli boyutta büyüse bile, hükümetin o alanı kontrollü biçimde takip ettiği de doğru. Bütün bunların her bir insanımızın ekonomik imkânlarını genişlettiği de doğru... Peki en önemli sorun ne?" diyor.


Bunca "güzellik" içinde "sorun ne olabilir ki?" diye sormamak gerekiyor, anlaşılıyor ki Sayın Taşgetiren'in "karbonatlı su şeyi gelmiş", illa ikram edecek ve ediyor:

"- En önemli sorun, artan milli gelirin toplumun geniş kesimlerine dengeli biçimde ulaşmış olup olmaması. Yani gelir dağılımındaki adalet daha doğrusu olmayan adalet. Şu anda fert başına milli gelirin 10 bin dolar civarında olduğu söyleniyor.

Ama vatandaş, böyle bir gelir yükselişini algılamıyor."

Evet, mesele buymuş, güzel bir tespit, ama Sayın Taşgetiren, siz bu ülkede yaşamıyor musunuz ki, ŞİMDİ, seçim arefesinde, üstelik muhalefetin de bayrak yapabileceği, el işanı haline getirip mitinglerde dağıtabileceği böyle bir yazı yazıyorsunuz, "anlamak mümkün değil", mesela!

Devam ediyor Sayın Taşgetiren:

"- Üst gelir dilimleri ile alt gelir dilimleri arasındaki fark, küçülmemiş büyümüş.
Belki günlük 1 dolarla geçinenlerin sayısı azalmış, 2 dolarla geçinenlerin sayısı azalmış, ama "yoksulluk" Türkiye için hâlâ çok önemli bir olgu.
Bunun yanında, ultra zenginleşenler var.
Bir, beş, on kat büyüyenler var.
Böyle bir durumda, Başbakan adına meydanlarda dile getirilen 2023 ekonomi vizyonuna ilişkin sözler, kolaylıkla, "İyi ama kim büyüyor" sorusuna çarpıp etkisini kaybedebiliyor."

Kim onlar diye bir sual safertsek cevap alablir miyiz acaba?

Bakın daha neler:

"- Belki Tayyip Erdoğan ve hükümetin ekonomi kadrosu hâlâ yoksuldan yana bir politika izlediklerini düşünüyordur; bunda samimi olduklarına da inanabiliriz ama ekonominin genel akışı, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapıyor.
Kapitalizmin karakteri de budur."

Oldu mu Sayın Başbakan, Sayın Taşgetiren'in nazarında apaçık KAPİTALİST!

"- Servet belli ellerde yığılıyor.
Orta sınıfın kaybolması gibi bir gerçeklik yaşıyoruz.
Esnaf ölüyor."

"Esnaf kan ağlıyor" diyor yani sayın Taşgetiren; hükümet yanlısı olduğu söylenen bir yerde değil de muhalefetin elinde olan bir gazetede yayınlanmış bir yazı sanki, değil mi?

Yok ama merak etmeyin, bahsettik, Sayın Taşgetiren'in şeyi gelmiş, ""karbonatlı su" ikramı ihtiyacı, ondan yazıyor, yoksa "servetler belli ellerde yığılıyor" diyerek mesela Koza Holding - Koza İpek Medya Grubu hakkında da birşeyler yazabilirdi ama orası "cıss" ve bu yazı "karbonatlı su" hükmünde malum ve elbette bir özelliği de, yarın, 12 haziran seçimlerinde AK Parti'nin oyları eskisine nazaran az çıktığında, "ben demiştim" deme kurnazlığının altyapısı olması!

Fakat bir başka önemli nokta, yazıyı yayınlayan yerin "gönül bağı" olduğunu itiraf ettiği yerin sayın Başbakan ile alakalı "dere geçilirken sürücü değiştirilmez" anlamındaki "duyguları"nın bilinmesidir ki bunun üzerine sayın Taşgetiren’in yazdığı şu cümle çok daha anlamlı olur:

"- Şu anda muhalefetin propaganda ekseninin, AK Parti'nin ülkedeki gelir adaletsizliğinin koruyucusu gibi algılanması olduğu gözleniyor. 8.5 yıllık iktidar süresi, artık yönettiğiniz ülkenin her alanından sorumlu olmanız sonucunu doğuruyor. Artılardan olduğu gibi eksilerden de... Ne de olsa AK Parti'nin de bir "statüko"su oluştu. Toplum artık o "statüko"yu sorgulayacak. "

Sayın Taşgetiren'in, kendi patronu, daha evvelki patronları ve bütün bunların “beyni” olan "Ensar" hakkında "Servet belli ellerde yığılıyor." meselesi üzerinden (malum, "iktisadi cihat" ya!) tek kelime etmeden, AK Parti statükosunun sorgulanacağından bahsetmesi sadece Sayın Taşgetiren'in "kurnazlığının" göstergesidir, o kadar! Aynı zaman da Sayın Başbakan’ın iltifatlarına (!) nazar olmanın vesilesi!

Bir de… “Savunan Adam’a rahmet” gibi, yakında “Şiir Okuyan Adam’a rahmet” yazmak için sabırsızlandığının! 

4)  "Wanted" yazısı hariç bir resim; iki "yeniden milli mücadeleci", şimdi ayrı kurumlarda ama "faal":

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder