14 Mayıs 2011 Cumartesi

Useless










Believe those who are seeking truth,
doubt those who find it.
(André Gide)



Y. Akit gazetesinde sayın Hasan Karakaya, 10 Mayıs 2011'de, her zamanki sivri kalem ve uslubu ile "Ahmet Şık’a özgürlük, Mustafa Kaplan’a pranga!.. Dürüstlük mü bu?" başlıklı, yazıyı okumanıza gerek yok, başlık yeter anlamı da çıkabilecek ve yerden göğe kadar haklı olduğu, “ulusalcıların” tezadlarını gösteren bir makale kaleme almış:

"-Malûm; Kemal Kılıçdaroğlu’ndan tutun da, “yoldaş ve candaş tüm gazete ve televizyonlar”a varıncaya kadar hâlâ Ahmet Şık üzerinden “propaganda” yapılıyor, Ahmet Şık’ın, “basılmamış bir kitap” dolayısıyla tutuklu bulunduğu iddia ediliyor!.. Ama, öte yanda; Mustafa Kaplan adlı bir “gazeteci”nin, hem de “17 aydır” cezaevinde tutulduğundan bahseden yok!.."

Sayın Karakaya bu konuda oldukça haklıdır; birtakım "mihrakların", "basılmamış kitaba baskın" konusunu dillerine doladıklarını anlatıp, şöyle diyor:

"- Kaplan, “iflâh olmaz bir muhalif”tir!.. Çok da “sert” konuşur!.. Ama, benim bildiğim Mustafa Kaplan’ın tek silâhı “kalem” ve “kelâm”dır!.. Eğer eline bir “silâh” almışsa, herhalde “askerliği” döneminde almıştır!.. Başkaca, “silâh”a el süreceğine kesinlikle ihtimal vermiyorum!..

Zaten, bu yüzdendir ki;

Hakkındaki “iddianame”de, bir tek “somut delil” yok... “Suç unsuru” olarak gösterilen bir kitabı ise, daha sonra; “Suç unsuru yoktur” denilerek kendisine teslim edilmiş!..

O halde, niye 17 aydır Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde tutuluyor?..

Belki “çok komik” gelecek ama; niye “17 aydır tutuklu” biliyor musunuz;
“Basılmamış bir kitap” yüzünden!..
Evet, evet;
Aynen “Ahmet Şık olayı” gibi!..

Ama, Mustafa Kaplan’ın başına gelen olay, Ahmet Şık’tan çok çok önce!..

Sizin anlayacağınız;

Ahmet Şık, “basılmamış bir kitap”tan dolayı tutuklandığında; Mustafa Kaplan “aynı suç”tan, “1 yıldır cezaevinde”ydi!..

Yani, Mustafa Kaplan tutuklandığında, Ahmet Şık’ın esamesi bile okunmuyordu!.."

Sayın Karakaya'dan öğrenmiş bulunuyoruz ki, sayın Kaplan, delilsiz bir şekilde "basılmamış kitabı" yüzünden 17 aydır cezaevinde yatmaktadır.

Sayın Kaplan'ı, Yeni Asya gazetesi döneminden, orada yaptıkları "Yakın Tarih Ansiklopedisi" gibi gerçekten de "aykırı" çalışmalarından beri tanımaktayız.

Sayın Kaplan, Risale-i Nur hizmetinde bulunan biridir.
Bugün çoğu "demokrat, hoşgürücü, dialogçu" haline gelmiş "Nurcular"dan değildir, bu özelliği nedeniyle de Yeni Asya'dan bir grub arkadaşı ile ayrılmışlardır zaten. (Ayrıldıkları sayın M. Kutlular'ın, özellikle 28 Şubat sonrası yaptığı açıklamalar, verdiği röportajlar dikkat çekicidir, "Nurcular"ın arasındaki "devlet eli" üzerinde özellikle durmuştur. Sayın Kutlular'ın kızı, 28 Şubat’ın ayak seslerinin çıkmaya başladığı devirde, "eroin"den vefat etmişti. Üzerinde fazlaca durulmayan bir vefat.)

Sayın Kaplan'la aramızda bir ayniyet mevcut değildir, bu sebeble "herşeyiyle" kabul etmemiz elbette mümkün değildir, ama "müslümandır", "ehl-i sünnet"dir, bu da "sevmemizi" sağlar; başına gelen hadiseden dolayı içeride bulunmasının kendisine "güç" katacağına da inanıyoruz.

Sayın Karakaya, tezadları gösterek, sayın Kaplan'ın da kitap yüzünden içeride bulunduğunu anlatıp -cevabının ne olacağı malum- şu teklifi yapmakta:
"- Mustafa Kaplan, hâlâ içeridedir!..

Bunun, “henüz yayınlanmamış bir kitap”tan, evet “İ’câz-ül Kur’an-1”den dolayı mı, yoksa yayınevinin adını taşıyan “Tahşiye” isminden dolayı mı olduğu, hâlâ meçhul!..

Birileri, yayınevinin adını taşıyan “Tahşiye”den hareketle “Tahşiyeciler” diye bir “örgüt” mü icat etti, yoksa “Rahle”den mi rahatsız oldu, orasını bilemiyorum!..

Bildiğim şu ki;

Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Nedim Şener ve Ahmet Şık için ortalığı velveleye verenlerin ağzından, bir gün olsun Mustafa Kaplan ismi çıkmadı.

Balbay, Özkan, Şener ve Şık’ın tutukluluğunun “hukuksuz” olduğunu söyleyip, bunun bir “infaz”a dönüştüğünü savunanlar, bir defacık olsun Mustafa Kaplan’dan söz etmiyor ise; bunun adı, “çifte standart”tır, “ikiyüzlülük”tür ve hattâ “yüzsüzlük”tür!..

Bu tavır, “tutarlı insan” tavrı değildir... Bu tavır, “özgürlükçü bir tavır”değildir!.. 

Bu tavır; “Benim teröristim iyidir” mantığının dışavurumundan başka bir şey değildir!..

Hadi, buyrun size fırsat...

Bir defacık olsun Mustafa Kaplan’dan da söz edin de, sizlerin “gazetecilere özgürlük” istediğinize inanayım!..

Ama, istemezsiniz!..

Çünkü siz; sadece “kendinize demokrat” ve “kendinize özgürlükçü”sünüz!..

Hadi, yanıltın beni!.."

Yanılmayacaktır Sayın Karakaya, buna eminiz.

Sayın Şık ve Şener'e destek verenlerin, Sayın Kaplan'ı da müdafaa edeceklerini düşünmek çok uzak bir ihtimaldir; elbette burada sayın Karakaya'nın okuyucularına gösterdiği tenakuz, yani "demokrasi, özgürlük" diyenlerin "KENDİLERİNE DEMOKRAT, KENDİLERİNE ÖZGÜRLÜKÇÜ" olmalarının büyük payı olmakla birlikte, kanımıza göre önce sayın Mustafa Kaplan'ı HATIRLAMALARI, böyle bir gazeteci de vardı, demeleri gerekir ki muhaldir neredeyse!

Ama başka bir tarafdan da bakmak gerekir.

Sayın Karakaya, Y. Akit gazetesinin, yanlış bir kelime kullanmak istemiyoruz ama, "HERŞEYİ"dir, ondan habersiz bir haberin gazeteye girmesinin imkansız olduğunu düşündüğümüz gibi, "girsin" dediğinin de "girmemesi"nin imkansız olduğunu da...

Sayın Karakaya'nın "herşeyi" olduğu Y. Akit gazetesinde, şu 17 aycık içinde sayın Kaplan ve "Tahşiye örgütü" ile alakalı olarak kaç haber çıktı, diye sormak mümkün mesela...

Sayın Karakaya'nın "herşeyi" olduğu Y. Akit gazetesinde, şu 17 aycık içinde, sayın Kaplan'ın ve avukatlarının kaç defa açıklamaları yayınlandı acaba, diye sormak da mümkün...

Sayın Karakaya'nın "herşeyi" olduğu Y. Akit gazetesinde, şu 17 aycık içinde, sayın Kaplan hakkında, avukatlarıyla "haber değeri" olacağı için kaç röportaj yayınlandı acaba, diye sormak da mümkün...

Sayın Karakaya'nın "herşeyi" olduğu Y. Akit gazetesinde, şu 17 aycık içinde, "Tahşiye örgütü" ile alakalı olarak, ilk günlerde yayınlanan "polis açıklamaları" haricinde "gazetecilik mantığı" içinde kaç haber yapıldı ve "örgüt" ile polisin ve savcının iddia ettikleri hakkında –gazetecilik yapılarak- kaç adet araştırma yazıları yayınlandı acaba, diye de sormak mümkün...

Sayın Karakaya, "kendilerine demokrat" olanların "tenakuzları" hakkında güzel bir yazı yazmış ama bahsettiğimiz bu konu da ortadadır; üstelik bu durum sadece Y. Akit gazetesi ile alakalı değil, "muhafazakar" olan diğer gazetelerin hepsi için geçerlidir, Yeni Şafak, Milli gazete, sonradan "müslümanlaştırılan" Star, Bugün vs. acaba bunların hangisinde, "polis açıklamaları" haricinde, basitçe, "gazetecilik mantığı" ve "haber kaygusu" içinde Sayın Kaplan ve "Tahşiye örgütü" ile alakalı bir araştırma yayınlandı ki?
Sayın Karakaya'nın, "kendilerine demokrat, kendilerine özgürlikçü" olanlarla alakalı güzel yazısının asıl handikapı da, kendisinin yazdığı şu satırlar:

"- Birileri, yayınevinin adını taşıyan “Tahşiye”den hareketle “Tahşiyeciler” diye bir “örgüt” mü icat etti, yoksa “Rahle”den mi rahatsız oldu, orasını bilemiyorum!..

Bildiğim şu ki;

Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Nedim Şener ve Ahmet Şık için ortalığı velveleye verenlerin ağzından, bir gün olsun Mustafa Kaplan ismi çıkmadı.

Balbay, Özkan, Şener ve Şık’ın tutukluluğunun “hukuksuz” olduğunu söyleyip, bunun bir “infaz”a dönüştüğünü savunanlar, bir defacık olsun Mustafa Kaplan’dan söz etmiyor ise; bunun adı, “çifte standart”tır, “ikiyüzlülük”tür ve hattâ “yüzsüzlük”tür!..

Bu tavır, “tutarlı insan” tavrı değildir... Bu tavır, “özgürlükçü bir tavır”değildir!..

Bu tavır; “Benim teröristim iyidir” mantığının dışavurumundan başka bir şey değildir!.." 

Sayın Karakaya'nın, "ortalığı velveleye vermek" ifadesi ile "velvele" yapmaktan, düzgün bir ifade ile "haksızlık olduğuna inandığı bir konuda oldukça fazla ve devalmı konuşmayı" kastettiklerini düşünürsek, sayın Kaplan ile alakalı olarak Y. Akit'de  parmakla sayılabilecek ve çoğu ilk günlerde yapılan polis açıklamalarından ibaret haberler dışında bir şeylerin çıkmamış olmasının "mantığı"nı da anlamış oluruz: Sayın Karakaya "velveleye karşıdır", sakince hareket etmeyi, "zamana bırakmayı", herşeyin gün yüzüne bütün açıklığıyla çıkacağına inanmaktadır.

Böyle midir, değil midir bilemiyoruz, fakat bu husus bir kenara koyarsak, "handikap" bu cümledir zaten:

"Basılmamış kitap"dan dolayı tutuklanan sayın Kaplan değildir sadece, sayın Şık ve Şener de öyledir, o halde onlar da sahip çıkılması "kendine demokrat, kendine özgürlükçü"  ifadelerini HAKLI olarak yazabilmek için sayın Karakaya'nın yapması gereken bir tutumdu.

Oysa, mahkeme duruşmalarını takip ettiğinde sayın Karakaya görecektir ki, ne Emniyetin ne MİT'in ne başka bir istihbarat servisinin kabul etmediği, "kayıt yoktur" dediği "Ergenenon terör örgütü", sadece "polisin fezlekesi"nde mevcuttur. Sayın Şık ve sayın Şener, işte bu "fezleke örgütünün" basın kolu gibi çalıştıkları iddiasıyla gözaltına alınmışlardır. Yazdıkları kitabın "odatv"de "müsvette" olarak bulunması da buna delil olarak gösterilmiştir. "Odatv"de bilgisayarda, "çöp sepeti"nde, "yartalıdığı anda silinmiş" bir  şekilde bulunan bir "dosya"da "müsvettenin" bulunmuş olmasının teknik tartışması bir yana, görüleceği üzere, "polis fezlekesi"ndeki bir "örgütün üyeliği" mevcut.

Sayın Karakaya'nın, "Birileri, yayınevinin adını taşıyan “Tahşiye”den hareketle “Tahşiyeciler” diye bir “örgüt” mü icat etti" sorusu son derece haklı bir sorudur ve yukarıda dikkat çektiğimiz hadise ile "paralelliği" de ortadadır.

Sayın Kaplan'ı sayın Şık ve sayın Şener'le bir tutmuyoruz, böyle düşünülmesin, sadece "paralelliklere" dikkat çekiyoruz: Ve biliyoruz ki "polis", "örgüt uydurmada" oldukça da ustadır!

Bakın bu ustalıklarından birisi de şu şekilde mahkeme kayıtlarına geçmiştir:

"- Bana sordukları soruların cevaplarından, daha hülâsa edilmiş sorular hâlinde, hiç yurtdışına çıkmadıysam bunu isbat etmem gerektiğine dair saçmalıklar da içinde, 5-6 madde hazırlamışlar... Bahri ile beraber, -aynı yaşlarda,sarışın, ismini Mehmet diye bildiğim Komiser veya Komiser yardımcısı- üçüncü maddeye geliyorlar:

-"Tamam, hiç kimseyle görüşmediğini ve tanımadığını kabul ediyoruz; talimat da vermediğini kabul ediyoruz... Gelelim şu liderlik mevzuuna..."
Ben "hiç kimseyle görüşmediğime, talimat vermediğime göre, nasıl örgüt başı oluyorum ki?" deyince, Bahri, 20 bin kişinin yargısız infazlarla gitmesine nisbetle hafif kalacak şu sözleri söyledi:

-"BİZ SANA KÖTÜLÜK YAPMAK İSTEMİYORUZ;İSTESEYDİK, EVİNİN BAHÇESİNE EROİN GÖMER, EROİN YAKALADIK, DERDİK... GEL SEN ŞUNU GÜZELLİKLE KABUL ET!"

Bu sözler, 21 Şubat 2000 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi salonunda, Salih Mirzabeyoğlu tarafından yapılan savunma esnasında söylendi; çok kısa bir yargılam aşamasının akabinde S. Mirzabeyoğlu, "idam" ile cezalandırldı.

Bunun gibi, polisin "yarattığı örgütler" ve bu "yaratılmış örgütler"den müebbede kadar ceza almış nice insan mevcuttur. Polis fezlekesini "kutsal", "yanlışdan beri" gibi düşünmek, en başta yapılacak bir hatadır; polis, "dosya kapatmaya" çalışan bir "kurumdur" sadece; özellikle çok yakın bir zamana kadar "Batı illerinde" (büyükşehirler hariç memleketimizin diğer yerlerinde değişen pek bir şey yoktur aslında hala) polisdeki sorgulama, sayın hanefi Avcı'nın dediği (ve uzmanı olduğu gibi) İŞKENCE İLE KABULE dayanmaktaydı, ortada delil, şahit olmasa da tutukluların "samimi itirafları" her zaman alınırdı ve savcılar da bu "samimi itiraflar"la destekli "polis fezlekesi"ni "iddianame" haline getirip dava açar, mahkemelerde de sanıklar ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, ortada delil, şahit, hakim önünde itiraf olmamasına rağmen "kanaat hasıl oldu" diye başlayan cümlelerle, yani "hukuki bir delil olmamasına rağmen, biz hakimlerin şahsi düşüncesine göre" denilerek insanlar idamdan müebbede, on yıllarca hapis cezaasına çaprtırılılardı.

Sayın Karakaya'nın da bilgisi dahilinde olduğuna "kanaatimiz" olan bu husus, Emniyet teşkilatının "bilgisayar teknolojisi"ne yönelmesiyle birlikte bir başka şekil içinde halen devam etmektedir halihazırda.

Bilgisayarda bulunan bir "dosya", kendisine gelen herhangi bir e-mail, "örgüt üyesi" olmak için yeterli delil olarak kabul edilmektedir.

Bilgisayar teknolojisinin her gün gelişmesi, programların korkunç işlerliği tamamen "sanal" olan "bilgisayar"ın başka "kanıtlara" gerek bile görülmeden aslında kanaat haricinde tutulmasını zorunlu kılmaktadır.

"Ergenekon mahkemeleri"nde en önemli delillerin "bilgisayar"da ele geçirilmiş olması ve bu delillerin sağlamlığının sanıklarca defalarca çürütülmüş olduğu bir gerçektir.

Bir başka gerçek de bu çürütülen delillerin "adli emanet"de kırılarak, çizilerek veya "halen adli emanetde aranmaktadır" denilerek yokedildiğidir. "Islak imza davası" olarak bilinen dosyadaki "51 Nolu DVD"nin başına gelenler malumdur.




Aslında "bilgisayar kanıtı"ndan Akit de çok çekmiştir. Geçtiğimiz senelerde, "darbe havaları"nın olduğu günlerde bir yazıdan dolayı açılan davada yanlış hatılamıyorsak -devrin RTÜK üyesi- D. Mehmet Doğan, malum yazının sahibi olarak mahkeme tarafından tayin edilen "bilirkişiler"ce "IP numarası" sebeb gösterilerek sanık olmuş ve cezalandırılması istenmişti. Hürriyet gazetesi ve onun malum yazarı sayın Emin Çölaşan, o "dört köşe" kafasıyla "IP numarası"nı "kesin doğru" olarak kabul edip günlerce bununla alakalı yazılar kaleme almıştı.

Şimdi ise ne gariptir, tam tersi yazılar kaleme almaktadır; kaldı ki o gün öyle davranıp da bu gün böyle davrananlar sadece sayın Çölaşan ile kayıtlı değil.
Bilgisayarı "acayip zımbırtı" diye gören "eski model kafalar", Akit'e karşı açılmış o davada IP numarasını "kutsal kanıt" gibi görürlerken, bugün "güvenilmez... kolaylıkla değiştirilebilir" olarak tanımlayıp meseleyi "polisin komplosu" olarak açıklamakta, üstelik dava neredeyse tamamen bu "dijital belgeler" üzerine kurulu olduğundan diğer delilleri hiç gözönüne almadan tutukluların "masumluğu" üzerine yazılar yazmaktadırlar.

Bunların nazarında 1995-2007 arasında yaşanan ve yaşanması planlandığı herkes tarafından bilinen hadiseleri CİNLER yapmışlardır ama asla yargılananlar değil; onlar “maumlar”!!!

Gerçek şu ki, bu durumdan da sadece bahsettiklerimiz değil, bu davaları "digital belgelere" dayandıranlarla, iddianameleri "doğru" kabul edip mahkeme celselerinde yapılan savunmaları, delillerin (digital delillerdeki bariz oynamalar) çürütülmesini -okumadıklarından- hiç kaale almayan "yazarlar" da suçludur!

Muhakkak 1995-2007 tarihleri arasında bu ülkede birşeyler oldu, birileri bunları düşündü, hazırladı, "darbe" çalışmlarında da bulundu, "darbe" isteyen ve yapma niyetinde olanlar da vardı, hatta bunların isim isim kim olduklarını "ilgilenenler" de bilirler, burası ayrı bir konudur, ama "digital ortam belgeleri"ni, telefon konuşmalarını ortaya koyup, bunları GERÇEK DELİLLERLE, imzalı, kağıta yazılmış evrkalarla, gerçekten de samimi ve kesin delillerle destekli itiraflara (ırza geçmekten suçlu "osmanım"larla değil, mesela) dayanarak ortaya koyulması gerekir. 

Bunu yapmadığınız takdirde, “CİNLER YAPMIŞTIR”, alaylı yaklaşımının ortaya çıkmasına kendiniz sebeb olursunuz ve hiç bir mazeretiniz de olamaz!
Sayın Karakaya'nın yukarıda bahsettiğimiz handikapı burada da devam etmektedir.

"Digital ortam"dan çekmiş bir kurumun başında olan birisi olarak, "digital belgeler" ile oluşturulmuş bir davada, belki "eden, bulur!" mantığıyla da olabilir, taraf olmakta ve bu taraflık üzerinden de "kendine demokrat, kendine özgürlükçü" olarak nitelendirmektedir bahsedilenleri.

Oysa, aynı ithama kendisi de maruzdur, kendi sözleriyle!

"- Mustafa Kaplan’dan söz etmiyor ise; bunun adı, “çifte standart”tır, “ikiyüzlülük”tür ve hattâ “yüzsüzlük”tür!..
Bu tavır, “tutarlı insan” tavrı değildir... Bu tavır, “özgürlükçü bir tavır” değildir!.. Bu tavır; “Benim teröristim iyidir” mantığının dışavurumundan başka bir şey değildir!.."

Konu burda sayın Kaplan veya sayın Şık ve sayın Şener değildir ki!

"Digital ortam"da hazırlanabilecek ve kendisinin e-mailine -isterse "çöp sepetine" atsın- gönderilecek bir posta ile sayın Karakaya da "Ergenekon Terör Örgütünün İslamcı ayağı" olarak rahatça Silivri’ye konukabilir halbuki!

Örneğin.

Sayın Karakaya da bilmektedir muhakkak, içerideki bir çok insan "Ergenekon evrakları" denilen birtakım belgelerin FOTOKOPİLERİNİN veya "digiatallerinin" ev-işyerlerinde ve bilgisayarlarında bulunmalarından veya Tuncay Güney'le 2001 senesinde "organize şube müdürlüğü"nde yapılan mülakatda ismi geçtiğinden ötürü, "örgüt üyesi" olarak tutuklandılar ve çoğunun da hakkında başkaca bir "kanıt" bulunmamaktadır.

Oysa biliniyor ki, o "ergenenkon orijinal belgeleri" denilen "belgeler", internet ortamında birçok e-mail gurubunda ve forumda SERBESTÇE paylaşılmış, üzerinde çokça (ve aleyhinde) konuşulmuş belgelerdir.

Sayın Karakaya'nın internet ile arası belki olmayabilir, hatta "acayip bir zımbırtı" olarak da görebilir, fakat 2002-2006 arasında internetde olan bitenden bilfiil haberi olsaydı, o "belgeleri" asla kaale almayacağını da anlayabilirdi.

Üstelik bu belgeleri dolaşıma sokanın FEHMİ KORU olduğunu da bilirdi!

Evet, matbuatda bu belgelerden ilk bahseden, Aslı Aydıntaşbaç ile Fehmi Koru'dur; aynı zaman da Fehmi Koru, Taha Kıvanç müstear ismi gibi bir çok müstear isim de kullanarak (halen kullanımda olan Kenan Kilimci mesela) bu "belgeler"le alakalı çokca söz sarfetmiştir ama görüleceği üzere, kendisinin de itirafıdır, belgelerden ilk bahseden ve belgeleri "altındaki imzaya" dikkat çekerek elinde olduğunu ifade etmesine rağmen ne o gözaltına alınmıştır ne de Aslı hanım!

Niye?

Oysa çoğu insan bahsettiğimiz gibi bu "belgeler" ev ve işyerinden veya bilgisayarından çıktı diye gözaltına alınmış, gazetelere konu olmuş, Silivride aylarca tutuklu kalmış ve bir kısmı tahliye edilmişti.

Örnek olarak bunlardan birisi, Akit gazetesinde ""ETÖ SANIĞI EROL ÖLMEZ’DEN AKİT’E DEHŞET İFŞAATLAR" başlığıyla manşete taşınan "Kuva-yı Milliye'nin tetikçisi, istihbaratçısı" olarak "polis fezlekesi ve iddianamede" bahsedilen Erol Ölmez.

Erol Ölmez, 26 Ocak 2008 tarihinde  tutuklandı, 20 ay tutuklu kaldıktan sonra, 1. Ergenekon davasının 116. celsesinde, 19 Ekim 2009 tarihinde, "tutuklulukta geçirilen süre ve delil durumu" nedeniyle, Kahraman Şahin ve Ümit Oğuztan ile tahliye edilmişti.

Akit gazetesinde “Patrikhaneden Ergenekon’a Rica: "İsmailağayı yokedin" alt başlığı ile verilen haberde, Erol Ölmez, kendisiyle konuşan Akit muhabirine "dehşet itiraflarda" bulunuyordu:

"- Ergenekon’un POSTASI olarak aralarında bulunan insanım. Kimin ne olduğunu biliyorum…  

"- Patrikhane, İsmailağa cemaatinin buradan kaldırılmasını istiyor, Ergenekon’a müracaat ediyor, ‘Bunları buradan kaldırın, bunları yok edin’ diyor. Bunun için kaynak, para ve güç veriyor. Ergenekon, bu görevi Atakurtlar Cumhuriyet Ordusu’nun istihbaratına veriyor, bana  veriyor…

"- 6 ay eğitim gördüm. Benim görevim cemaat ve tarikatçılarla beraber olmaktı. Arapça ve Kur’an’ı çok iyi bilmem gerektiği söylendi ve bir eğitmen tarafından Arapça ve Kur’an’ı öğrendim. Cemaat ve tarikatçıların konuşmasını, yaşantısını, hayatını bilmek için cemaat ve tarikatçı gibi yaşamak lazım. Cemaatlere sızacak kişilere Arapça ve Kur’an öğretilir. Namaz kılmak, cemaat üyeleri gibi davranmak, sakal bırakmak ve cübbe giymek dersi verilir. Ben 1 ay sakalımı kesmeyeyim, onlara benzerim. Bu işin özel eğitimini alıyorsunuz. Önce Nakşibendi tarikatına girdim. Sakal da bıraktım, cübbe de giydim. Her şey oldu. İsmailağa cemaatine de girdim, çıktım ama caminin içine değil. Caminin içinde ve dışında kamera var. Ne işim var caminin içinde dışında? Niye kendimi fotoğraf edeyim. Dışı bana yeter. Caminin dışına çıkan insanlar bana yeter, esnaflar yeter.."

Bunun yanında "Atakurtlar Ordusu"ndan ve bunların "komutanı" olduğundan, "postacı" olduğu için de rahmetli sayın M. Yazıcıoğlu'nun vefatının bir "suikast", gerçekleştirenin "ergenekon terör örgütü" olduğunu da ileri sürmekteydi sayın Ölmez Akit gazetesindeki röportajında.

Gazetenin "herşeyi" olan sayın Karakaya'nın ve röportajı yapan muhabirin bilmediği husus, sayın Ölmez'in bu "iddiaların" (dehşet ifşaatlar) yeni olmadığıydı gerçekte.

Sayın Ölmez, bu "ifşaatları"nı yaptıkdan sonra hali hazırda elini kolunu sallaya sallaya dolaşmaktadır ve bilindiği kadarı ile de "gizli tanık" da olmamıştır, üstelik kendisi de "gizli tanık" ifadesiyle tutuklanmışken, onun da "gizli tanık" olması düşünülemez.

Sayın Ölmez, bahsettiğimiz gibi bu "ifşaatlarını" ilk defa yapmamaktadır; kendisi mahkemedeki duruşmalarda da "ifşaatlar" yapmamıştır ayrıca, ama dava başlamadan önce yazdığı pek çok dilekçe ile "dehşet ifşaatlarını" Savcılara yapmıştır.

Dava başladıktan sonra, duruşmalarda bunlar hakkında hiçbir soru sorulmamış, ilk savunması yapıldıktan biraz sonra da tahliye edilmiştir.

Sayın ölmez'in, bu "ifşaatlarının" değerini mahkeme tutanaklarından savcıyla yaptığı bir dialogla gösterelim:

"- C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: başkanım da sordu bir ek olarak bir şey sormak istiyorum. 83 sayfalık kendi el yazınızla yazmış olduğunuz muhtelif tarihlerdeki dilekçeler aynı zamanda Cumhuriyet savcılığımıza da gönderilmiş

Sanık Erol Ölmez: doğrudur.

C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: bunun içerisinde sizin ERGENEKONUN POSTACISI OLDUĞUNUZ VE İSTİHBARAT  TOPLAMA GÖREVİNİZİN OLDUĞUNDAN AYNI ZAMAN DA TETİKÇİ olduğunuzdan bahsediyorsunuz. NESİM MALKİYİ KENDİNİZİN ÖLDÜRDÜĞÜNÜZÜ ifade ediyorsunuz. Bunu niçin bu şekilde  beyanlarda bulunmaya ihtiyaç duydunuz.

Sanık Erol Ölmez: işte işte anlatayım anlatayım sayın savcım ne güzel bak

C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel :YANİ YAPMADIĞINIZ BİR ŞEYLERİ NİYE YAPTIM DİYE GÖSTERMEYE ÇALIŞIYORSUNUZ.

Sanık Erol Ölmez: tabi ki tabi ki hemen anlatayım hemen cevap vereyim sayın başkanım hemen cevap veriyorum.şimdi benim böyle hani dedim ya baştan hani GİZEMLİ BİR ŞEY OLSUN oturdum bir gün ne yapayım ne yapayım. SAVCI ZEKERİYA ÖZ BENLE İLGİLİ BÖYLE KONULARA GİRMİŞ HER ŞEYE GİRİYOR. TETİKÇİ DİYOR İSTİHBARATÇI DİYOR İYİ DEDİM MADEM ÖYLE BENDE DEDİM BÖYLE OTURDUM GAZETELERDEN O ARA ÇIKIYOR GAZETE ŞEYLERİ ÇIKIYOR. Gazetelerle ilgili çıkıyor. Dergilerde falan televizyonlarda çıkıyor. Dedim ki ben de oturdum böyle kendi KAFAMA GÖRE GAZETELERDEKİ KÜPÜRLERİ OKUDUĞUM ŞEYLERDEN İLANLARDAN BAŞLADIM YAZMAYA SAVCI KALKTIM SAVCI ZEKERİYA ÖZE BU ŞEKİLDE GÖNDERDİM. Şunu yaptım bunu yaptım falan diye beni çağırsaydı savcı Zekeriya Öz hemen ilk sorum şu olacaktı.savcı Zekeriya Öze siz beni hayali bir örgütle suçladınız hayali bir şekilde aldınız hayali bir şekilde tutukladınız. Hiçbir anlamı olmadan tetikçi istihbaratçı yaptınız. Buyur diyeceğim bunlar da benim hayalim buyur bakalım sizin iddianamenizle bir mi diyecektim  kendisine  böyle güzel bir cevaplar verecektim. GERÇİ BENİ ÇAĞIRMADI ÇAĞIRSAYDI. Ama neden bahsediyorum kendimle ilgili giriyorum dikkat ederseniz konulara yani buradakilerle alakası yok veya her hangi  bir şekille alakası yok kendimle ilgili SIRF HANİ BİR FARKLI BİR YORUMLARA GİZEMLERE SOKTUM KENDİMİ YANİ HİÇBİR ANLAMI YOK YANİ o şekilde yazdım boş hiçbir anlamı değeri olmayan şeyler rahat olun  yani bu konuda

C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: RESMİ MAKAMLARI MEŞGUL ETMEK ANLAMINA GELMİYOR MU

Sanık Erol Ölmez: SİZ BİZİ MEŞGUL ETTİNİZ. 14 AYDIR İDDİA ETTİNİZ ŞEY YAPTINIZ 14 AYDIR BENİ TETİKÇİ YAPTINIZ İSTİHBARATÇI YAPTINIZ bütün gazetelere Fethulahçı gazetelere verdiniz her türlü ailem darma dağın oldu sizlerin yüzünden benim içim yanıyor. AİLEM SİZLER YÜZÜNDEN DARMA DAĞIN OLDU. EVLERİNE BASKINLAR YAPILDI. HER TARAFA POLİSLER GİRDİ. ARKADAŞLARIMA POLİSLER GİRDİ. BENİM AİLEMDEN NE İSTEDİNİZ. BENİ TERÖRİST YAPTINIZ TERÖRİSTLİKLE SUÇLADINIZ NE YAPMIŞIM BEN BOŞ BOŞ KONUŞTUM GEYİK MUHABBETLERİNDEN TERÖRİST HALE SOKTUNUZ BEN DE BU ŞEKİLDE KENDİ KENDİME BANA KİMSE GELMEDİ BU GÜNE KADAR. Kendi hırsımdan kendi isteğimle kendi düşüncemle kendi aklımın yettiği derecesinde yazdığım hiçbir anlam taşımayan şeylerden ibarettir. Beni boş boş getirdiniz ettiniz. Devşiremediniz devşiremediğinizden dolayı sayın başkanım bitiriyorum. Devşiremediğinizden dolayı hakkınızda suç duyurusunda bulunduğum için her türlü saldırıya geçtiniz bana ben de ona istisna olarak yazdım. Hiçbir anlamı da yoktur. Hiçbir değeri yoktur. Hiçbir değeri yoktur. Kimseyle de alakası yoktur. Kendimle ilgili yazdığım şeydir. Kendi düşüncelerim bu kadar

C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: hayal kurarak mı yazdınız

Sanık Erol Ölmez: efendim.

C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: hayal kurarak mı yazdınız.

Sanık Erol Ölmez: siz hayal kurarak yazmışsınız ya iddianameye beni tetikçi yapıyorsunuz ya hayal kuruyorsunuz. İstihbaratçı yapıyorsunuz ya hayal kurarak çarşambayı girdi çıktı etti yaptı hayal kurdunuz bende size istisna ona karşılık olarak yazdım hiçbir anlam yok.

C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel : savunmanızı da mı hayali olarak yaptınız”

Sanık Erol Ölmez: hayır, yüreğimle yaptım. Yüreğimle yaptım savunmamı içten gelerek konuştum. Gerçekleri konuştum.

C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: teşekkür ediyorum sayın ölmez

Sanık Erol Ölmez : rica ederim."

Görüldüğü üzere ne savcının ne mahkeme başkanının kaale almadığı "derin ifşaatlar"ın çok daha fazlasını sayın Ölmez çok önceden yapmış, bütün bunlara rağmen tutuksuz yargılanması kararı verilerek tahliye edilmiştir.

Eğer, sayın Karakaya ve muhabirleri mahkeme celselerini takip etmiş olsalar tamamen hayali ve belki de "yönlendirilerek gelmiş" sayın ölmez’i dikkate almazlar ve okuyucularını yanlış bilgilendirmiş de olmazlardı.

Tekrar konumuza dönersek, "ETÖ belgeleri" olarak bilinen dökümanların (bunları kaleme aldığı iddia edilen sayın Ümit Oğuztan da, sayın Ölmez’le beraber aynı gün tahliye edilmiştir.) internetde ilk dolaşımını yapan ve bahseden Fehmi Koru'nun değil de, o dökümanların fotokopileri bilgisayarında, evinde bulunan insanların tutuklanmış olmaları, sayın Karakaya'nın bahsettiği, "benim teröristim iyidir” mantığının dışavurumundan başka bir şey değildir"aslında!

Öyle ya, fotokopisi bulunan ve Taraf yazarı Y. Ogur’un dediği şekilde, "ETÖ'ye üye olduğunu bilmeden üye olurlar" sözünü de dikkate alırsak ve "ETÖ'nün islamcı ayağı" manşetlerini de hatırlarsak, niye sayın F. Koru ve sayın Aslı hanımın tutuklanmamalarının tek sebebi bu olsa gerek!

Sözgelimi, sayın Tuncay Güney'in organize'de verdiği mülakatda ismi geçen herkes neredeyse toplanıp "ETÖ sanığı" yapılmışken, Tuncay beyin mülakatının ilk kısmında bahsedilen sayın Fetulah Gülen ve sayın Gülerce'den -bırakınız tutuklanmalarını- "bilgi" alınması için müracaat edilmemesi de ilginç değil midir?

Sayın Tuncay Güney’in mülakatında geçen şu kısımlar nedendir bilinmez hiçbir zaman kaale alınmadı, “iftira” olarak bahsedildi fakat diğer yerleri “kutsal bilgi” olarak görüldü ve insanlar tutuklandı; sayın Karakaya’nın, haklı olarak şikayet ettiği “benim teröristim iyidir” sözünün tam olarak uygulanması gereken bir konuşma olduğundan alıntılamakda fayda var:

“- T.G.: Kendi tarafımıza Fetullah Hoca cemaatine Fetullah Hocanın yanında da biz ne yapacağız güçlü olacağız

S.: Veli Paşa Fetullah Hoca nın yanında mı

T.G.: Şimdi o döneme kadar bilmiyordum aslında Mehmet DEMİRCAN da bilmiyormuş adam onun yanındaymış bizim haberimiz yokmuş

S.: Hı Fetullah Hocayla birlikte ama sizin haberiniz yok

T.G.: Biz bilmiyoruz işin aslını sonra Mehmet DEMİRCAN bey bana dedi ki Fetullah Hocaya periyodik olarak söylüyor ya Hoca Efendi buna demiş ki yav dedi ki Hoca Efendi bana bu adam JİTEM in kurucusuymuş falan filan o dönemlerde biz adamı kuralım derken bir furya çıktı Behçet CANTÜRK ler öldü Cem ERSEVER’ ler böyle karıştı bir ortalık bu adamın ismi çıkmadı ama JİTEM vuruyor mesela çok iyi hatırlıyorum, Nokta Dergisinin kapağında JİTEM Uyuşturucu yapıyor diye haberler çıkıyor o zaman dedim ki yani sen şimdi benim gidip geldiğim askerliğimi hallettiği adamın sen bunlarımı anlatıyorsun valla dedi Hoca Efendi böyle söyledi nereden tanışırlar bu birlik komitesi dediğimiz Milli Mücadeleciler var geçmişte Milli Mücadelecilerden tanışırlarmış zaten Fetullah Hocanın bütün bu elemanlarına bakın Milli Mücadeleci elemanlardır.

(…)  

TG: Veli KÜÇÜK aslında Milli Mücadelecilerle hareket etmiş zamanında da beraber ama bizim haberimiz yok tabi ki bunu ben daha sonrada Veli KÜÇÜK beni tırnak içinde anlatıyorum bunu Veli KÜÇÜK beni Susurluk’ tan altı ay sonra Fikri SAĞLAR açıklamalar yapıyordu Hüseyin GÜLERCE  Zaman Gazetesi’ nin genel müdürüydü  Samanyolu Tv’ nin yorumcusuydu ben Samanyolu’ ndan da  onu tanırım yorumcu değil kendi televizyonun yapılanması için uğraşıyorlardı ona gönderdi Zaman gazetesine Yenibosna’ ya  gittim dedim ki Veli Paşam der ki Zaman Gazetesinde hakkımda böyle şeyler çıkıyor bugüne kadar Hüseyin GÜLERCE ‘ ye selam söyle oda yukarılara iletsin şey yapalım ittifak müttefik hareketlerimiz olsun aslında cemaatteki insanlar beni tanırlar  ayrıca Hüseyin GÜLERCE’ nin de din….. Birlik Komitesinde  Karamürsel’ de hareket ederken Karamürsel’ de bir albay adında bahsetti ama ben çok eski hatırlamıyorum yani albaydan bahsetti bu albayında kendisini tanıdığını ortak dostu onu kendisini yani  o Albayada sorabilir dedi Hüseyin GÜLERCE albayı albayı hatırladığını çok görüştüğünü falan söyledi Birlik Komitesinden çok iyi dedik benim yanımdayken toplantıya gireceklermiş zaten gazetenin birinci sayfalarını  yapan adamları çağırtıp geldiler dedi ki toplantıya şimdi gireceğiz şimdi size söylüyorum Susurluk yaygaraları varsa Aksiyon Dergisine , Zaman’ da da bundan sonra yayımlarımızda Veli KÜÇÜK e karşı bir şey istemiyoruz yukardan böyle emir geldi dedi bunun üzerine hay hay dediler onun yanı sıra Fetullah Hoca nın Zaman Gazetesinde Hüseyin GÜLERCE nin tam odasının karşısında bir emekli Tümgeneral var Zaman Gazetesi danışmanıydı çok iyi hatırlıyorum, sakalsız bıyıksız, çok şey felan uzun boylu Teoman KOMAN Paşa’ nın  minyon tipini düşünelim bir adamdı çok iyi hatırlıyorum ismini hatırlamıyorum Zaman gazetesinin danışmanıydı bana dedi ki emekli Tümgeneral dedi Tüm’ dü hatırlıyorum Tuğ değildi danışmanımız buda bizim dedi biliyor musun dedi bizim cemaat felan Veli Paşa’ da bunu tanır dedi adamlar sadece hoş geldiniz dedi hoş bulduk dedik o kadar toplantıda söyleyeceğim Tuncay dedi bundan sonra çıkmayacaktır dedi bunu tırnak içinde söyleyeyim o günden bu güne kadar Zaman’ da ve Aksiyon’ da Veli KÜÇÜK aleyhine Susurluk yazıldı ama Veli KÜÇÜK ismi es geçildi

S.      : Yani bu Veli KÜÇÜK ün Fetullah Hoca cemaatinde olduğunu gösteriyor zaten

T.G.   : Veli KÜÇÜK ten Fetullah Hoca Cemaati her zaman temkinlidir

S.      :Peki  Fetullah  Hoca da mı eskide şeymiş Fetullah GÜLEN de mi Milli Mücadele  Birlik Komitesinde”

Sayın Karakaya’nın da dikkatinden elbette kaçmamıştır bunlar, tahminimiz doğruysa, okumuştur da ama belki “hayali” olarak görüp kaale almamış da olabilir, çünkü, yukarıda bahsedilen “Yeniden Milli Mücadeleciler” örgütünün eskiden üyesiydi, onun için “içeriden” konuları bildiğinden, sayın Tuncay Güney’in “YMM” hakkında anlattıklarına ehemmiyet vermemiş olabilir.

Yine bir başka gariplik de, o “mülakatı” yaptığı söylenen zamanın Organize Şube’nin müdürü Adil Serdar Saçan’ın, “Ergenekon Terör Örgütü” üyesi ve Tuncay Güney soruşturmasını, yani “Ergenekon”un ilk bahsedildiği soruşturmayı “kapattığı ithamı” ile o örgüte üye olma iddiası üzerine tutuklanıp Silivri’ye konulması!

Dikkatiniz çekmek istediğim bir husus da, tam da o soruşturmanın olduğu dönemde, A. S. Saçan’ın ismi, “İmamın Ordusu”nda bahsi geçen “ordu”nun üyesi olduğu yönünde raporlarda geçmesidir!

Sayın A. S. Saçan’ın başlattığı ve devam etmesine “şartlar” gereği imkanı kalmadığı soruşturmanın ismi, “Ergenekon” değil, “Veli Küçük ve Mafya Organizasyonu”dur, sayın Fetulah Gülen de işte bu soruşturma içerisinde ismi geçen birisiyken, yani, sayın Saçan’ın “kapattığı” söylenen soruşturmada ismi geçerken, o halde bu soruşturmanın “ilk ergenenkon soruşturması” olduğunu iddia edenler, sayın Fetulah Gülen’in şimdiki soruşturmada sanık veya tanık değil “bilgisine başvurulan” olarak bile savcılığa çağrılmaması üzerinde niye durmazlar?

Sayın Tuncay Güney’in anlattıklarının hepsinin doğru olduğunu elbette söylemiyoruz, elbette başka kanıtlarla desteklenmeden bir kişinin neredeyse “Türkiye Gladio Tarihi”ni, kişi ve olay bazlı olarak anlattığı “hayretengiz” o mülakatın kesin doğru kabul etme gibi bir ön kabülümüz yok, dikkati çekmek istediğimiz konu, “benim teröristim iyidir!” mantığınca hareket edilip, “mülakat”da bahsi geçen hemen herkesin alınıp Silivri’ye konulmuş olmasına rağmen, üstelik Veli Küçük’le alakalı çok mühim bir ilişkiden bahsedilmesi üzerine bile sayın Fetulah Gülen’in, sayın Hüseyin Gülerce’nin  “bilgisine” dahi başvurulmuş olmaması!

Örneğin, sayın Doğu Perinçek, sayın Tuncay Güney’in “mülakatı”nda geçen ifadeler sebebiyle tutuklanmıştır, sayın Perinçek mahkemedeki sorgusunda sayın Güney’in bile kendisine yönelik demediklerini savcıların “uydurarak” iddianameye soktuklarını ortaya koymuş, “Ergenekon Devletin Yeniden Yapılandırılması” belgesini kendisinin yazdığını söylediği iddia edilen sayın Güney’in bunu demediğini, savcıların bunu uydurduğunu ve bunun gibi birkaç konuyu “mülakat”dan sayfa numaraları ile göstermiştir, kendi üzerindeki “bu şaibeyi” de zihinlerde kaldırmıştır.

Aynı hakkın sayın Gülen için de verilmesi gerekir.

Üzerinde o kadar iddia ve itham ile dolaşmasına, kendisi razı olsa da elbette savcıların buna izin vermemesi ve hakkındaki şüpheleri ortadan kaldırıcı bir hakkı ona vermeleri için gerekli çalışmalara başlamaları gerekir.

Sayın Karakaya’nın haklı eleştirilerle dolu yazısının eksiği veya handikapı dediğimiz nokta işte burasıdır.

Madem “türkiyenin bağırsakları temizleniyor”muş, ortada bağırsak nevinden hiçbirşey kalmamacasına, KİRLİ İLİŞKİLERİ olduğuna dair oldukça kuvvetli iddialar ve kanıtlar bulunan yukarıda bahsettiğimiz kişiler de, üzerlerinde hiçbir şaibe kalmaması için örneğin, bir soruşturmadan geçirilmesi gerekmez mi, “benim teröristim iyidir!” denilmemesi için!

Önemli bir noktadır:

Sayın Kaplan’ın, “icad edilen Tahşiye örgütü” ile bağlantısını kuran da, “Ergenekon Terör Örgütü”nü iddia edip kimilerini tutuklatan da, enteresandır, hem sayın Kaplan’ın hem de “ETÖ”den içeride olanların, birisi “dini” (Risaleri tahrif etmesi) diğeri “siyasi” sebeblerle tam da karşılarında yeralan sayın Fetulah Gülen’in bağlısı oldukları söylenen “F Tipi” polislerdir!

Şimdi sayın Karakaya, bizim bu “kesin ifademiz” üzerine, “hocaefendiye karşı biri daha” diyebilir, hakkıdır, ama sayın Gülen’in bile “bizi sevenlerden hata yapanlar olabilir” dediğine göre, -“ulusalcılar”ın dediği kadar var mıdır yok mudur tartışılır ama- “F Tipi Polis” VARDIR, tartışma konusu bile değildir artık.

Sayın Karakaya’ya “benim teröristim iyidir” YANLIŞINI tespit ettiren olayların HEPSİ, “F TİPİ POLİS” nedeniyledir!

Sayın Hanefi Avcı, geçmiş senelere kadar “Hocaefendi ve gönül bağı olanlarca” el üstünde tutulur, hatta çok kısa bir süre önce, Zaman gazetesinde Sayın Mümtaz’er Türköne tarafından “ÖRNEK EMNİYETÇİ” olarak gösterilirken, “rüyada görülse inanılmayacak” bir şekilde (üstelik bütün “ilişkileri” (kadın meselesini kastetmiyoruz) ortaya konularak) Devrimci Karargah Örgütü üyeliği ile itham edilip cezaevine konulup, üstüne bir de “ETÖ üyesi” yapılırken, sayın Karakaya’nın eğer “F Tipi Polis” hakkıında bir şüphesi varsa, inanması inanmaması önemli değil ama sadece sayın Tuncay Güney’in, sayın Gülen ve YMM’cilerle alakalı sözleri üzerinde sorular sorarak durmasını, haftada bir yazısını onlara ayırmasını rica ederiz. Veya resmi Susurluk Raporu’nda ismi kapatılan 59. kişinin kim olduğuna dair sorular sormasını…

Eğer bunları yaparsa, "Ahmet Şık’a özgürlük, Mustafa Kaplan’a pranga!.. Dürüstlük mü bu?" sorusunu HAKKIYLA sorması ve “benim teröristim iyidir” anlayışına karşı çıkmasının makul bir tarafı olacaktır.

Oysa şimdi sadece “dayısına” güvenerek yapılmış “en çok laf sokuşturma” yarışından başka bir anlam ortada yok; üstelik sayın Kaplan gibi bir “magdur”un üzerinden!


Ali Baba


İnsani gerçek: Honest criticism is hard to take, particularly from a relative, a friend, an acquaintance, or a stranger. (Franklin P. Jones)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder