28 Mayıs 2011 Cumartesi

Sırlar!..





“Bazen küçük şeylerden
ne müthiş sonuçlar alındığını gördükçe…
İçimden küçük şeyler olmadığını düşünmek geliyor…”
Bruce Barton




Ne enteresan günler içindeyiz.

Bir haber çıkıyor, o haberi okuyorsunuz, ardından biraz daha ayrıntı ögrenmek için didikliyorsunuz, bu seferde bambaşka bir şey ortaya çıkıyor.

MHP'li yöneticilerin görüntülerinin yayınlanmasıyla alakalı olarak yapılan haberlerden birisi "O küçük bir gazetede çalışıyor ama hem CHP’nin hem MHP’nin kasetini aylar öncesinden bildi ve yazdı." başlığını taşıyordu.

Baktık, kimdir bahsedilen diye. 

Muhsin Akıl isimli, Ankara'dan yayınlanan "ANAYURT" gazetesinin bir yazarı olduğunu öğrendik. 

Biz o gazeteyi başka bir yazarı vesilesiyle takip eder olmuştuk, sayın Akıl'ı da o zamanlar görmüştük, ama bunlar başka meseleleri peşisıra getirir.

Aslında "didikliyorsunuz, bu seferde bambaşka bir şey ortaya çıkıyor" diye yukarıda bahsettiğim mesele de "başka konuları peşi sıra getirmesi" ile alakalı...

O vakitler takip etmeye başladığımız Anayurt yazarının "ilginç bilgileri" nasıl aldığını merak etmekle beraber, biraz da "hayali" olarak da görüyorduk, ama mesela yayınlanan "görüntüler"le alakalı haberlerin sayın Akıl'a doğru ilerlemesi ve onun aşağıda bahsedeceğimiz anlatımları ile, takip ettiğimiz diğer Anayurt yazarının bilgilerinin "sıhhat derecesi"ni de ölçecek bir "veri"ye sahip olma imkanı elde etmiş oluyoruz.

"Kasetleri aylar öncesinden bildi" diye haber yapılan sayın Muhsin Akıl'ın, "bildiğini gösteren" yazıları konulmuş sadece...

Ama onun "şimdi iddialarımı sıralayabilirim" diyerek devamlı yazdığı "iddiaları" bir kenara, aslında normal bir gazetenin hükümete bakışına göre manşetden veya büyük harflerle verecekleri, vermeleri gereken bir "iddiası" daha var ve ama onu -Fatih Altaylı bile- konuşmuyor, işte bu enteresan...

Malumdur ki Başbakan Erdoğan neredeyse her gittiği yerde bir "çılgın proje" açıklıyor ve bütün bunların "kaynağı" ve "üstü" olarak da, açıklandıktan hemen sonra sahipleneninin bol olduğu "TÜRKİYE HAZIR-HEDEF 2023" pojesi gösteriliyor.

Dedik ya, sahipleneneni bol; CHP'sinden MHP'sine herkes sahiplendi, "bizim projemizdir" diyerek "intihal"le suçladılar neredeyse...

Ama "bilen adam Muhsin Akıl"ın bu konuda yazdıkları, "sahiplenme" olarak görülse de çok farklı ve gerçekten de enteresan ilişkileri ortaya koyucu.

Bakın sayın Akıl, ne diyor:

"-Başbakan R. Tayyip Erdoğan 16 Nisan 2011’de tarihinde televizyon ekranlarında ‘çılgın proje’ olarak anons edilen tarihi konuşmasını yaptı. 12 Haziran 2011 Seçim Beyannamesi “Türkiye Hazır, Hedef 2023” olarak açıklandı. AKP’NİN “2023 PROJESİ” Adı üstünde “ÇILGIN PROJE”! Bu “ÇILGIN PROJE” değil, başkasının projesini alıp “benim” diye ortaya çıkmaktır asıl ÇILGINLIK! Düşündük-taşındık Başbakan Erdoğan gerçekten “yanıltılmış”  dedik! Çünkü AKP’nin ‘çılgın’ 2023 PROJESİ çalıntı! Çalıntı olduğunu da ispatlayacağız!"


Dikkat ederseniz, sayın Akıl, Başbakan Erdoğan için "yanıltılmış" diyerek, "çalıntı" ithamını ona değil çaldıklarını iddia ettiklerine yöneltiyor.

Bakın okuyunuz:

"- Sayın Başbakan Erdoğan siz “Bu kardeşiniz…” diye sözünüze başlıyorsunuz ya, ben de size aynen kendimden bahsederek “Bu kardeşiniz sizden çok, çok ve çok önce hem de 2006 yılından bu yana Anayurt’ta bu köşede 2023 Projesi’nden defalarca bahsetti…” diyeceğim. Gerekirse ispatlarım. 2023 Projesi’nin patentinin sizde olmadığını, tam aksine 2023 Projesi’nin patentinin kimde olduğunu ispatlayabilirim! Ayrıca “kol kırılır yen içinde kalır” diyerek bugüne kadar sakladığımız (sizi de çok yakından ilgilendiren ‘sırrı’) açıklayacağım!

“Anayurt’ta, 28 Mart 2008 “100 yıllık plân… ve 2023”, 12 Nisan 2008 “Büyük Türkiye Projesi”, 28 Ekim 2008 “Emperyalistlerin 100 yıllık Türkiye’yi parçalama projesi!”, 29 Ekim 2008 “2023 projesinin Türkiye’ye Evet” şifresi”, 31 Ekim 2008 “1923 ve 2023: 100 yıl şifresi!”, 21 Ocak 2009 “ABD Türkiye’den niçin korkuyor?!”, 01 Mart 20009 “Türkiye süper ülke”, 21 Ekim 2009 2023 yılında Türkiye!..”, 22 Kasım 2009 “2010 yılında Türkiye’nin kaderi!..”, 10 Şubat 2010 “2023 yılında Türkiye!.”, 13 Eylül 2010 “Kurtlar ;Vadisi Pusu’nun 2023 Projesi Çalıntı mı?!”, 14 Eylül 2010 “Kurtlar Vadisi Pusu’nun yayını durdurulabilir!..”, 16 Eylül 2010 “2023 Projesi: -2-“, 15 Eylül 2010 “2023 Projesi -1-“ tarih ve başlıklarını sunduğumuz yazılar gibi 2023 PORJESİ ile ilgili daha birçok yazım yayınlandı.

Şimdi 13 Eylül 2010 tarihli “…2023 Projesi Çalıntı mı?!” başlıklı yazımdan, Başbakan Erdoğan’ın 16 Nisan 2011 tarihinde açıkladığı “HEDEF 2023” projesine ithaf etmek için bir parça alıntı yapıyorum: “…2023 Projesi çalıntı mı?! Okuyucularımda hatırlar, köşe yazılarımda yıllarca elimizde 2023 Projesi’nin olduğunu yazıp-durdum! Hem de defalarca bu konu üzerinde durarak devleti ve milleti bilgilendirdik! Elimizde 2023 Projesi’nden bazı resmi kurumlarımızın da haberi vardı! Türkiye’nin bekası için 2023 Projesi’nin tatbik edilmesi için az mı yazdık. 2023 Projesi benim de içinde bulunduğum ekibin projesidir!”

AKP adına Başbakan Erdoğan’ın sahiplendiği 2023 Projesi, Başbakan Erdoğan’ın da çok iyi tanıdığı Osman Tüfekçi ve arkadaşlarının yılların birikimiyle hazırlamış olduğu el-emeği, göz-nuru devasa bir projesidir. Osman Tüfekçi, AKP’nin kuruluşunda, AKP’nin ana çerçevesini çizen, stratejik hedeflerini koyan ve partinin belkemiğini kuran grubun içindeydi. Daha sonra onlarla fikir ayrılığına düşüp, partinin ilk anda yola çıkılan hedeflerden saptığını gözlemleyerek, bu guruptan ayrılmıştır. 2023 Projesi’nin tek söz sahibi Osman Tüfekçi ve arkadaşlarıdır."

Enteresan değil mi?

Hayali bir durum ortada yok gibi, sayın Akıl, yazılarından bölümler ve ilgili kişilerin isimlerini vererek "2023 Projesi" üzerinde "telif hakkı"nın peşine düşüyor.

Sayın Akıl, "AKP'nin 2023 Projesi çakma" derken, yıpratmak, aşağılamak, kötülemek maksadını taşımadığını, aksine buna sevindiğini, kızgınlığının "patenti bize aittir" açıklamasında da bulunuyor.


Bahsettiğimiz gibi derdi, "telif hakkı"; sakın o'laki "telif ücreti" istiyor sanmayın, bunu kastetmiyor, emeklerinin üzerine başkalarının konmasına kızıyor.

Peki buna dair "kanıtları" var mı?

"2023 PROJESİ benimde içinde bulunduğum ‘akil insanların’ oluşturduğu süper bir ekibin yıllardır üzerinde durup çalıştığı, geliştirdiği ve tatbik edilmesi için hazırladığı (binlerce sayfadan oluşan) devasa bir projedir. Bunun böyle olduğunu Türkiye’de bilmeyen yok! 2023 Projesi’nin ilk taslak orijinal metni, geliştirilmiş ve genişletilmiş hâlâ elimizdedir" demek kolaydır, herkes söyleyebilir bunu, iddiacı ispatla mükellefdir, o halde kanıt ortaya koyması lazım değil midir?

Muhsin ve sahih akıl bunu gerektirir elbette; yazar sayın Akıl da bunu şu şekilde kanıtlamaya çalışıyor:

"-… benim yazmış olduğum bütün yazılar 2023 projesi ile ilgiliydi. Yazılarım 2023 projesinin parça parça izahıydı. Yazılarım, 2023 projesinin fikri temel taşını oluşturuyordu. Son 5 yıldır bütün yazılarım en ince ayrıntılarına kadar okunsun ve Başbakan Erdoğan’ın 26 Nisan 2011 günü açıklamış olduğu “HEDEF 2023” projesi ile karşılaştırılsın! Ya da AKP’nin bugüne kadar yapmış olduğu bütün icraatları ile karşılaştırılsın! Hatta ve hatta değişim, dönüşüm, ilerleme ile ilgili yazmış olduğum tüm yazılarımda karşılaştırılsın. Anayasa değişikliği dahil, Yargıda, Eğitimde, Sağlıkta, Ekonomide, İletişim ve Bilişimde, Teknolojide, İstihbaratta, Askeriyede ve akla gelebilecek her alanla ilgili yazdıklarımda karşılaştırılsın! Hatta ve hatta sosyal, siyasi, ekonomik, istihbari her alanı kapsayacak şekilde son beş yıl içinde Anayurta’ki yazılarım AKP icraatlarıyla karşılaştırılsın!"

Hatta sayın Akıl, "Başbakan kabul etmezse, elimizde bulunan kasedleri internete koyarak da bunu kanıtlarız" da diyor; "AKP'NİN KASETLERİ" de demek ki sırada diye bir espri yapmak da gerekir herhalde artık.

Fakat, akıl, kasetleri vermekden vazgeçiyor, "artık beni ilgilendirmiyor" diyor; merak ettiyseniz nedenini okuyunuz o halde:

"- Gerçi ben “Şayet Başbakan Erdoğan sorularıma cevap vermezse, Osman Tüfekçi’nin AK Parti’nin kuruluşundaki çalışmalarını (amblem, tüzük, proje/program, strateji, organizasyon, tanıtım vs.) kapsayan canlı görüntülerini en kısa bir zamanda herhangi bir televizyonda yayınlayacağım. Gerekirse internet ortamına bütün dünya ile paylaşacağım. Ben bu kaseti izledim. Bütün dünyaya izlettirmesini de çok iyi bilirim. Şayet Başbakan R. Tayyip Erdoğan vicdanının sesini dinleyerek bütün bu sorularımı cevaplar Osman Tüfekçi ile görüşür ve helalleşirse ben de ‘kol kırılır yen içinde kalır’ diyerek böyle bir eylemden vazgeçeceğim! Bu bir kin, haset ve tehdit değil, sadece SİTEMDİR!..” desem de bu konu artık beni ilgilendirmiyordu. O yüzden herhangi bir yorum yapmak istemiyorum.

Fakat Osman Tüfekçi davasından vazgeçmedi. İnternette “iktidaragidenyol.com” sitesinde AK Parti’nin ilk kuruluş günlerini, AK Parti macerasını ve Erol Olçak ‘gerçeğini!’ üç ana başlık altında yayınlamaya başladı."

Yukarıda ismi bir defa daha geçmişti, Osman Tüfekçi, zaten sayın Akıl'ın yazıları yayınlayıp "çakma proje" demesinin sebebi de sayın Tüfekçi'nin isminin geçmemesi, sayın Tüfekçi'den hiç bahsedilmemesi ve bir başka kişinin üzerine –herhalde “şan ve şerefin”- bırakılması.

Ama bunlar hep "iddia" görüldüğü üzere...

Delil?

Deliller, sayın Akıl'ın "neler açıklanacak neler" diyerek yönlendirdiği "www.iktidaragidenyol.com" isimli sayın Tüfekçi'nin hazırladığı ve "ifşaatlerinin" bulunduğu websitesinde "olacak" deniliyor ve biz de oraya gidiyoruz.

"- Geçen yıllarda, içinde bulunduğum meclislerde AK Parti’nin ismini bulduğunu, amblemini yaptığını, stratejilerini ortaya koyduğunu söyleyen insanlarla tanıştım. Onlar sayesinde zaman zaman bayağı eğlendim. Zekalarını övdüm ve nasıl başardıklarını merak ettiğimi söyledim. Yaptıkları gerçekten büyük bir işti. Adı bile belli olmayan bir partiyi büyütmüş ve daha ilk seçimde iktidara getirmeyi başarmışlardı. Siyasi işlerle ilgilendiğimi, yerel yönetimler çapında bir iletişimci olduğumu, mümkünse biraz ayrıntılara girmelerini istedim. Onların bu muhteşem tecrübeleri, benim ilerde karşılaşacağım zorlukları aşmamda yardımcı olabilirdi. Bazıları uyanıklığa yatıp, bunların mahrem şeyler olduğunu söyleyerek kıvırdılar. Bazıları ise bana saatlerce yalanlar anlattılar. Aralarından birkaç tanesi anlattıklarına o kadar inanmıştı ki, o süreçleri yaşamasam, kesinlikle bu işi onların yaptıklarına inanabilirdim. Elimde böyle onlarca hikaye mevcut.

2001’de AK Parti kuruluşuyla başlayan ve 2023 Projesine kadar uzanan süreç bu sitede peyderpey yayınlanacak.

Neyse, uzun lafı keselim ve konuya girelim çünkü sanırım siteye giren herkes, teorik açıklamalardan çok, yaşanmış durumlarla verilecek örnekleri tercih edecektir.

Konumuz AK Parti nasıl kurulduğu ve nasıl iktidara geldiği."

Böyle başlıyor "önsöz"de sayın Osman Tüfekçi ve şu anda pek kısa anlatımlarının olduğu ama kuvvetli "donelerle" süslediği ve hemen de tepkisini aldığı yazılarıyla –kendisinin- "AK Parti Macerası"nı anlatıyor.

Sitesinde, AKP'den AK Parti isimlendirmesine geçiş, ismin kim tarafından bulunduğu, partinin logosunu kimin bulup hazırladığı, daha önce hazırlanmış logo çalışmalarından örnekleri, Erdoğan "imajı"nın nasıl "pazarlanacağı" üzerine yapılmış tartışmaları okuma imkanına sahibiz.

(Özellikle dikkatimizi çeken, AKP’nin “logo”su olarak sayın Başbakan Erdoğan’ın, “ayçiçeği”ni teklif etmesi gözlerden kaçacak gibi değil. Bir deyimde, “rüzgara ve güneşe gore dönen çiçek” olarak da geçen ayçiceğinin, “değiştim-geliştim” diye o günlerde hemen konuşmaya başlayacak olan sayın Erdoğan’ın, “her zorlama” ile “değişmesi” ile ne kadar “ruhi intibak” içinde olduğu dikkat çekicidir. “Ampul”ü öne süren sayın Cemil Çiçek’in de (bunu THY’nın “Skylife” dergisindeki “Garanti Bankası”nın bir ilanından görerek önermiş) her zaman “garantici” olması ve her zaman da “bir fikrim var!” dercesine durmasiyla “uyumlu”.)

İlerideki günlerde muhakkak suretle "HEDEF 2023 PROJESİ" ile alakalı olarak da "telif hakkı"nı gösterir yayınlar olacaktır, diye düşünüyoruz ve bu şekilde de "durum" açıklığa kavuşacaktır kanatine varıyoruz.

Fakat, bu açıklamalar web sitesinden değil, mahkeme salonlarından da gerçekleşebilir, böylece "durum" mahkeme kararı ile tescillenerek resmiyet kazanmış olabilir diye bir düşünceyi de öne sürmek istiyoruz.

Çünkü, sayın Tüfekçi'nin yazılarının yayınlanmasının ardından kendisini -projenin üstüne konduğunu iddia ettikleri- sayın Erol Olçak'ın kardeşinin aradığı ve "ses cihazı ile kaydedilmiş tehditler" savurduğu ve mahkemeye gidileceğinden bahsediliyor; doğal olarak, mahkeme salonlarında "tehdit nedeni" olan mevzunun tüm cepheleri ile ortaya konulması ve "projenin sahibi"nin kim olduğunun ispatlanması gerekiyor ki, Olçaklar'ın haklı mı haksız mı ortaya çıkıversin!

Ama ortada olan bir gerçek var ki, Sayın Tüfekçi'nin ve Sayın Akıl'ın iddiaları, sıradan iddialar değil, gerçeklik payı mevcut, çünkü, bahsettiğimiz web sitesine hemen bir yorum yazılarak bakın neler denmiş:

"- Sayın Osman Tüfekçi,

Sahibi olduğunuz/yada editörlüğünü yaptığınız http://iktidaragidenyol.com adlı internet sitesinde ;
“Önsöz,
Genel,
Ak Parti’nin kuruluşu
Ak Parti Macerası başlıyor
Ak Parti’nin Adı Konuyor
Ampul(Lamba) Geliyor,”
kategorileri başlığı altında yayımladığınız yazılardaki kurgu ve mizansen ve hikaye gerçeği yansıtmamaktadır.Türk siyasi hayatında, siyasal iletişim ve siyasal marka dünyasına damgasını vuran ve bu alanın en kıymetli ve en bilinen markası olan AK PARTİ (Adalet ve Kalkınma Partisi) isminin ve ambleminin ortaya çıkış sürecinin kıyısında veya köşesinde kendinize bir yer aramanız beyhudedir.Zira partinin isim ve ambleminin hikayesi ve tescil süreci kaydi olarak belli olup,bu tür asılsız yorum ve değerlendirmeler ile konunun manipüla edilebilmesi mümkün değildir.

Sitenizde yayımlanan yazılarda müvekkiller Erol Olçak, Cevat Olçak, Erdoğan Olçak ve sahibi Oldukları Arter reklam Ajansı ile ilgili olarak yer zaman ve olay belirtmek suretiyle hayali tespitler ve yorumlar yapmaktasınız.

Yazılardan bir tanesinde Grup İismleri adı altında bir takım bilgiler yayınlanmıştır.Yayınlanan bilgilerin ( doğruyu yansıtmayan çarpıtılmış bilgiler ise de) müvekkillerime ait resmi datalardan izinsiz olarak sızdırılmış bilgiler olduğu anlaşılmaktadır.Bunu ne şekilde elde ettiğinizi bilmiyoruz,ancak her ne şekilde elde edilmiş olursa olsun bu suçtur.Ticari ve mesleki sırrın bu şekilde çarpıtılarak aslından uzaklaştırılarak bilgi kirliği ve karışıklığı yaratırcasına ifşa edilmesi,mesleki ve fikri haklara tecavüz edilmesi hem TCK na hem de FISEK’e göre suçtur;cezai ve tazmini müeyyideleri gerektirmektedir.

(iletisim@iktidaragidenyol.com mail adresinin dışında hiç bir iletişim bilgisi içermeyen sitenizdeki yazılar ile ilgili olarak ve şayet
bu iletişim adresi vasıtası ile açıklamamız elinize ulaşır ise;)

Tüm hukuki haklarımızı saklı tutarak, 5651 SY nın /9 md. ve ilgili Yönetmelik gereğince yukarıda altı kategori altında yayımlanan yazıların siteden (yayından) kaldırılmasını ve yayına son verilmesini ,

İş bu açıklamanın sitede yayımlanarak okuyuculara duyurulmasını istiyoruz.
Erol Olçak-Cevat Olçak-Arter reklam Ltd.Şti.
vekili,Av.Abdullah BULADI
Cumhuriyet cad.139 HARBİYE-İSTANBUL
Tel:0212.2250132 fax.0212.2335151"


Görüldüğü üzere, Erol ve Cevat Olçak beyler, avukatları aracılığıyla sayın Tüfekçi'nin "müvekkillerime ait resmi datalardan izinsiz olarak sızdırılmış bilgiler olduğu anlaşılmaktadır.Bunu ne şekilde elde ettiğinizi bilmiyoruz,ancak her ne şekilde elde edilmiş olursa olsun bu suçtur" diyerek suç işlendiğini ve mahkemeye gideceklerini söylüyorlar ki, sayın Osman Tüfekçi'nin bundan çekinmeyeceğini, mahkemeyi de yukarıda bahsettiğimiz sebeble (özellikle kendisinin açmamış olmasına dikkat etmek gerekir) sevinçle karşılacağına inanıyoruz.

Dikkati çeken başka bir husus, bu yorumun hemen üzerinde (17/05/2011 tarihinde, saat 10:58), Mustafa Akay ismiyle yollanan ve olayları bilen birisinin kaleminden çıkan yorum da ilginç:

"- sayın osman tüfekçi partinin kuruluşunda ne kadar çok çalışmışsınız ne kadar özverili çalışmışsınız takdire şayan bir durum bütün bu kuruluş aşamasında karınız ve kardeşinizle çalıştınız herhalde bütün fikirlerin oluşmasında siz kardeşiniz ve karınız vardı tam bir aile çalışması tebrikler…

ne ara fırsat bulup bu kadar fikri ve çizimi yaptınız hiç hatırlamıyorum oysa ben sizi bütün bu kuruluş aşamasında sadece internetten savaş uçağı indirmek ve nurşen hanımla tartışmaktan başka bir icraatınızla hatırlamıyorum…

saygılar
Mustafa AKAY"

Görüldüğü üzere, sayın Tüfekçi'nin "parti çalışmalarında bulunduğunu" kabul eden ama "bilgisayar oymanaktan başka bir şey yapmadın sen" diyen bir yorum...

Bu işin mahkeme ile sonuçlanması ve kararın oradan "tescil" edilmesi en makulüdür zannedersek.

Sayın Erol Olçak’ın daha önceleri Tansu Çiller’in “seçim çalışmalarını hazırladığı”, sayın Tüfekçi ile muhtemelen sayın Fetulah Gülen’in “hizmet erlerinden biri” olan ortak arkadaşları bir gazeteci vesilesiyle tanıştıkları da, sayın Tüfekçi’nin anlatımlarından ortaya çıkan gerçekler…

Bazı hususları öğrenmek için üzerinden belki bir 20, 30 sene geçmesi gerekiyor ve o zaman öğrenildiğinde de bir kıymet-ı kalmıyor tabii.

Şimdi “görüntüler” nedeniyle ortaya çıkan “bilen adam Akıl” olarak tanıtılan bir gazetecinin anlatımları ile ulaştığımız “veriler”, elde olan başka verilerle harmanlandığında ortaya çok ilginç bir tablo çıkıyor.

Mesela, AKP ve yöneticileri ile alakalı olarak “çok yakından” tanımadıkça elde edilmesi imkansız sayılabilecek, “samimi” olunmadıkça, yani bir masa etrafında oturup da yemek yiyip, çay-kahve içmeden, muhatabı bu derece yakından tanımadan edilmeyecek sözleri internetde okumuşsunuzdur.

Bir yazan-söyleyen kişiye bakıyorsunuz, bir de hakkında konuşulan kişiye, “olamaz!” diyorsunuz, o kadar “uçuk” şeyleri nasıl yazabilir veya “laubali dil” nasıl kullanabilir, dersiniz.

Bunun sebebini işte şimdi anlıyoruz.

Bir kısmıyla istanbuldaki eski köşklerde bir kısmıyla da “erenler’de, ilesam’larda, kızlaraga’sında” yapılan toplantılarla ortaya çıkan “AKP Markası”nın arkaplanına bakıldığında, yani “mutfağına”, şunu söylemek boş olmaz, herkes ama herkes oradaymış meğer!

Star gazetesinin websayfasının sorumlusu olarak çalışan sayın Tüfekçi, “bilen adam Akıl”, sayın Çiller’in “propagandisti” sayın Olçar gibi, AKP’nin temsil ettiği ve ona gore “marka” olarak hazırlanan “milliyetçi ve muhafazakar kitlenin” dışında, kim varsa, “reklam ve propagandacı”  olarak çalışmışlar!

Anlaşılan, bir devirler, “Türkiye markasını satıyoruz”, “babalar gibi satarız” vs. sözlerinin arkasında da, “image-marker”larla olan bu çalışmaların etkisi olsa gerek!

Tıpkı “Win-Win/Kazan-Kazan” diye isimlendirilen “sayın Başbakan’ın çalışma tekniği”nin “The 7 Habits of Higly Effective People”dan (Stephan R. Covey) (dikkat ediniz, bu kitabın ülkemizde yayınlanma tarihi de, işte bütün bu “image-maker”larla dolaşılıp, konuşulduğu 1999’dur), çok kuvvetle “kişisel gelişim meraklısı” bir “danışman” sayesinde “çok matah” birşey olduğu söylenerek “tavsiyesi” ile kullanılmaya başlanması gibi!


(“Baltayı bilemek” anlatımını da kuvvetle muhtemel “Kasımpaşalılık” olarak “sunmuşlardır.)

Dikkat ediyorsanız, Anayurt gazetesinin yazarı, sayın Erdoğan’ın “markasının” hazırlanmasında rol almış…

Bu ortada.

Başka?

Sayın Tüfekçi, sayın Erdoğan’ın “markasının” hazırlanmasında rol almış…

Başka?

Sayın Erol Olçar sayın Erdoğan’ın “markasının” hazırlanmasında rol almış…

Sayın Tüfekçi’nin o zaman çalıştığı yer olan Star gazetesi nedeniyle acaba sayın Uzan ailesi sayın Erdoğan’ın “markasının” hazırlanmasında rol almış olabilir mi bir soru işareti…

Bunu dışında, sayın Erdoğan’ın “markasının” hazırlanmasında rol alanlara veya sayın Erdoğan’la birlikte hareket edenlerden bazılarına bakalım…

Mesela sayın Ethem Sancak…


Türkiyenin “devleri”nden biri olan sayın Sancak, “ecza sahasını” elinde tuttuğu gibi “sağlık sahası”na girmiş, ülkemizin “en lüks hastahane zinciri”ni kurmuştur. Sayın Sancak, Ergenekon soruşturmaları esnasında savcı sayın Öz’e ifade vermiş ve tutuklanmıştır.


İfade vermesinin nedeni, sayın Tuncay Güney’in “mülakat”ında isminin geçmesi ve sayın “Doğu Perinçek’in kasası” olarak kastedilmesidir. Keza, şu anda sayın Sancak’ın (resmen boşanamadığı) eşi sayın İpek Sancak da sayın Perinçek’in avukatıdır (bunu da Zaman’da Nuriye akman’dır.) )ve Silivri’de savunmalarda bulunmaktadır, ilginctir ki, sayın Perinçek’in sayın Erdoğan’a yönelik ve onun “Ergenekonun asıl savcısıdır” iddasını kanıtlamaya çalışmaktadır.

Ve sayın Sancak, sayın Erdoğan’ın eşinin, yani doğal olarak sayın Erdoğan’ın iş ortağıdır! “Hastaheneler zinciri” (zincirleri)nde ortakdırlar!

Yine, sayın Erdoğan’ın “marka yaratma dönemi”nde beraber çalıştıkları arasında, Ankara merkezli SESAR isimli “araştırma kuruluşu” nun sahibi sayın İsmail Yıldız da mevcut. Gariptir sayın Yıldız da (sayın Sancak gibi değil, ama sayın Perinçek gibi) Silivride tutuklu olarak yargılanmaktadır!

Yukarıda bahsettik, sayın Tüfekçi vesilesiyle sayın Uzanlar da “kadroya dahil oldular mı” diye, elbette kendisi birkaç yıl sonra Star gazetesine gelmekle birlikte, hakkımızda “iyi niyet temennilerini“ neredeyse bir ay boyunca blogunda yayınladığı onlarca yazıyla gösteren sayın Hayrullah Mahmud Özgür de, SESAR’ın “fahri danışmanı” olmakla birlikte, sayın Erdoğan’a “araştırma ve strateji projeleri”  sunmuştur.

Yine, SESAR vasıtasıyla, şimdi “açık istihbarat” isimli bir websitesinin sahibi olan ve babası –tam da o günlerde- GKB İstihbarat Başkanı olan- sayın Behiç Gürcihan da “kadro” içinde şu veya bu şekilde yeralmıştır, diyebiliriz.

Bunların yanına, sayın Erdoğan’ın “markasının” hazırlanmasında rol alanlardan biri olarak, prof. sayın Hasan Köni’yi de koymak gerekmektedir ki, internetde yayınlanan bir makaleye gore, sayın Erdoğan’ın ilk “image-maker”ı da odur!

Sayın Erdoğan’ın “markasının” hazırlanmasında rol alanlar arasına, hernekadar “o kadar sıkı fıkı değildik” dese de, şimdi kapatılmış olan www.avazturk.com isimli sitenin sahibi (sayın A. Gül’ün uzunca sure danışmanlığını, basınla ilişkilerini düzenleyen)  sayın Ahmet Takan’ı da eklemek de bir mahzur olmasa gerek.

Şu anda sayın Erdoğan’ın “markasının” hazırlanmasında rol almasa da “danışmanlığını” yapmakta olan SETA’yı ve TİKA’yı (başkanlarını)da eklemek gerek...


Bunlarin yanına, H.B.’u, İ. D.’yı, F.B. Y.’I de koymak ve sonra karşısına geçip, bakmak ve düşünmek gerekir:

Acaba “AKP’nin sırları” ne zaman ortaya dökülecek!

Ve bu kadar “değişik” tiplerin “danışmanlığı”ndaki AKP’nin “sırları” niye şimdiye kadar ortaya dökülmedi?

Niye?


Ali Baba

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Useless










Believe those who are seeking truth,
doubt those who find it.
(André Gide)



Y. Akit gazetesinde sayın Hasan Karakaya, 10 Mayıs 2011'de, her zamanki sivri kalem ve uslubu ile "Ahmet Şık’a özgürlük, Mustafa Kaplan’a pranga!.. Dürüstlük mü bu?" başlıklı, yazıyı okumanıza gerek yok, başlık yeter anlamı da çıkabilecek ve yerden göğe kadar haklı olduğu, “ulusalcıların” tezadlarını gösteren bir makale kaleme almış:

"-Malûm; Kemal Kılıçdaroğlu’ndan tutun da, “yoldaş ve candaş tüm gazete ve televizyonlar”a varıncaya kadar hâlâ Ahmet Şık üzerinden “propaganda” yapılıyor, Ahmet Şık’ın, “basılmamış bir kitap” dolayısıyla tutuklu bulunduğu iddia ediliyor!.. Ama, öte yanda; Mustafa Kaplan adlı bir “gazeteci”nin, hem de “17 aydır” cezaevinde tutulduğundan bahseden yok!.."

Sayın Karakaya bu konuda oldukça haklıdır; birtakım "mihrakların", "basılmamış kitaba baskın" konusunu dillerine doladıklarını anlatıp, şöyle diyor:

"- Kaplan, “iflâh olmaz bir muhalif”tir!.. Çok da “sert” konuşur!.. Ama, benim bildiğim Mustafa Kaplan’ın tek silâhı “kalem” ve “kelâm”dır!.. Eğer eline bir “silâh” almışsa, herhalde “askerliği” döneminde almıştır!.. Başkaca, “silâh”a el süreceğine kesinlikle ihtimal vermiyorum!..

Zaten, bu yüzdendir ki;

Hakkındaki “iddianame”de, bir tek “somut delil” yok... “Suç unsuru” olarak gösterilen bir kitabı ise, daha sonra; “Suç unsuru yoktur” denilerek kendisine teslim edilmiş!..

O halde, niye 17 aydır Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde tutuluyor?..

Belki “çok komik” gelecek ama; niye “17 aydır tutuklu” biliyor musunuz;
“Basılmamış bir kitap” yüzünden!..
Evet, evet;
Aynen “Ahmet Şık olayı” gibi!..

Ama, Mustafa Kaplan’ın başına gelen olay, Ahmet Şık’tan çok çok önce!..

Sizin anlayacağınız;

Ahmet Şık, “basılmamış bir kitap”tan dolayı tutuklandığında; Mustafa Kaplan “aynı suç”tan, “1 yıldır cezaevinde”ydi!..

Yani, Mustafa Kaplan tutuklandığında, Ahmet Şık’ın esamesi bile okunmuyordu!.."

Sayın Karakaya'dan öğrenmiş bulunuyoruz ki, sayın Kaplan, delilsiz bir şekilde "basılmamış kitabı" yüzünden 17 aydır cezaevinde yatmaktadır.

Sayın Kaplan'ı, Yeni Asya gazetesi döneminden, orada yaptıkları "Yakın Tarih Ansiklopedisi" gibi gerçekten de "aykırı" çalışmalarından beri tanımaktayız.

Sayın Kaplan, Risale-i Nur hizmetinde bulunan biridir.
Bugün çoğu "demokrat, hoşgürücü, dialogçu" haline gelmiş "Nurcular"dan değildir, bu özelliği nedeniyle de Yeni Asya'dan bir grub arkadaşı ile ayrılmışlardır zaten. (Ayrıldıkları sayın M. Kutlular'ın, özellikle 28 Şubat sonrası yaptığı açıklamalar, verdiği röportajlar dikkat çekicidir, "Nurcular"ın arasındaki "devlet eli" üzerinde özellikle durmuştur. Sayın Kutlular'ın kızı, 28 Şubat’ın ayak seslerinin çıkmaya başladığı devirde, "eroin"den vefat etmişti. Üzerinde fazlaca durulmayan bir vefat.)

Sayın Kaplan'la aramızda bir ayniyet mevcut değildir, bu sebeble "herşeyiyle" kabul etmemiz elbette mümkün değildir, ama "müslümandır", "ehl-i sünnet"dir, bu da "sevmemizi" sağlar; başına gelen hadiseden dolayı içeride bulunmasının kendisine "güç" katacağına da inanıyoruz.

Sayın Karakaya, tezadları gösterek, sayın Kaplan'ın da kitap yüzünden içeride bulunduğunu anlatıp -cevabının ne olacağı malum- şu teklifi yapmakta:
"- Mustafa Kaplan, hâlâ içeridedir!..

Bunun, “henüz yayınlanmamış bir kitap”tan, evet “İ’câz-ül Kur’an-1”den dolayı mı, yoksa yayınevinin adını taşıyan “Tahşiye” isminden dolayı mı olduğu, hâlâ meçhul!..

Birileri, yayınevinin adını taşıyan “Tahşiye”den hareketle “Tahşiyeciler” diye bir “örgüt” mü icat etti, yoksa “Rahle”den mi rahatsız oldu, orasını bilemiyorum!..

Bildiğim şu ki;

Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Nedim Şener ve Ahmet Şık için ortalığı velveleye verenlerin ağzından, bir gün olsun Mustafa Kaplan ismi çıkmadı.

Balbay, Özkan, Şener ve Şık’ın tutukluluğunun “hukuksuz” olduğunu söyleyip, bunun bir “infaz”a dönüştüğünü savunanlar, bir defacık olsun Mustafa Kaplan’dan söz etmiyor ise; bunun adı, “çifte standart”tır, “ikiyüzlülük”tür ve hattâ “yüzsüzlük”tür!..

Bu tavır, “tutarlı insan” tavrı değildir... Bu tavır, “özgürlükçü bir tavır”değildir!.. 

Bu tavır; “Benim teröristim iyidir” mantığının dışavurumundan başka bir şey değildir!..

Hadi, buyrun size fırsat...

Bir defacık olsun Mustafa Kaplan’dan da söz edin de, sizlerin “gazetecilere özgürlük” istediğinize inanayım!..

Ama, istemezsiniz!..

Çünkü siz; sadece “kendinize demokrat” ve “kendinize özgürlükçü”sünüz!..

Hadi, yanıltın beni!.."

Yanılmayacaktır Sayın Karakaya, buna eminiz.

Sayın Şık ve Şener'e destek verenlerin, Sayın Kaplan'ı da müdafaa edeceklerini düşünmek çok uzak bir ihtimaldir; elbette burada sayın Karakaya'nın okuyucularına gösterdiği tenakuz, yani "demokrasi, özgürlük" diyenlerin "KENDİLERİNE DEMOKRAT, KENDİLERİNE ÖZGÜRLÜKÇÜ" olmalarının büyük payı olmakla birlikte, kanımıza göre önce sayın Mustafa Kaplan'ı HATIRLAMALARI, böyle bir gazeteci de vardı, demeleri gerekir ki muhaldir neredeyse!

Ama başka bir tarafdan da bakmak gerekir.

Sayın Karakaya, Y. Akit gazetesinin, yanlış bir kelime kullanmak istemiyoruz ama, "HERŞEYİ"dir, ondan habersiz bir haberin gazeteye girmesinin imkansız olduğunu düşündüğümüz gibi, "girsin" dediğinin de "girmemesi"nin imkansız olduğunu da...

Sayın Karakaya'nın "herşeyi" olduğu Y. Akit gazetesinde, şu 17 aycık içinde sayın Kaplan ve "Tahşiye örgütü" ile alakalı olarak kaç haber çıktı, diye sormak mümkün mesela...

Sayın Karakaya'nın "herşeyi" olduğu Y. Akit gazetesinde, şu 17 aycık içinde, sayın Kaplan'ın ve avukatlarının kaç defa açıklamaları yayınlandı acaba, diye sormak da mümkün...

Sayın Karakaya'nın "herşeyi" olduğu Y. Akit gazetesinde, şu 17 aycık içinde, sayın Kaplan hakkında, avukatlarıyla "haber değeri" olacağı için kaç röportaj yayınlandı acaba, diye sormak da mümkün...

Sayın Karakaya'nın "herşeyi" olduğu Y. Akit gazetesinde, şu 17 aycık içinde, "Tahşiye örgütü" ile alakalı olarak, ilk günlerde yayınlanan "polis açıklamaları" haricinde "gazetecilik mantığı" içinde kaç haber yapıldı ve "örgüt" ile polisin ve savcının iddia ettikleri hakkında –gazetecilik yapılarak- kaç adet araştırma yazıları yayınlandı acaba, diye de sormak mümkün...

Sayın Karakaya, "kendilerine demokrat" olanların "tenakuzları" hakkında güzel bir yazı yazmış ama bahsettiğimiz bu konu da ortadadır; üstelik bu durum sadece Y. Akit gazetesi ile alakalı değil, "muhafazakar" olan diğer gazetelerin hepsi için geçerlidir, Yeni Şafak, Milli gazete, sonradan "müslümanlaştırılan" Star, Bugün vs. acaba bunların hangisinde, "polis açıklamaları" haricinde, basitçe, "gazetecilik mantığı" ve "haber kaygusu" içinde Sayın Kaplan ve "Tahşiye örgütü" ile alakalı bir araştırma yayınlandı ki?
Sayın Karakaya'nın, "kendilerine demokrat, kendilerine özgürlikçü" olanlarla alakalı güzel yazısının asıl handikapı da, kendisinin yazdığı şu satırlar:

"- Birileri, yayınevinin adını taşıyan “Tahşiye”den hareketle “Tahşiyeciler” diye bir “örgüt” mü icat etti, yoksa “Rahle”den mi rahatsız oldu, orasını bilemiyorum!..

Bildiğim şu ki;

Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Nedim Şener ve Ahmet Şık için ortalığı velveleye verenlerin ağzından, bir gün olsun Mustafa Kaplan ismi çıkmadı.

Balbay, Özkan, Şener ve Şık’ın tutukluluğunun “hukuksuz” olduğunu söyleyip, bunun bir “infaz”a dönüştüğünü savunanlar, bir defacık olsun Mustafa Kaplan’dan söz etmiyor ise; bunun adı, “çifte standart”tır, “ikiyüzlülük”tür ve hattâ “yüzsüzlük”tür!..

Bu tavır, “tutarlı insan” tavrı değildir... Bu tavır, “özgürlükçü bir tavır”değildir!..

Bu tavır; “Benim teröristim iyidir” mantığının dışavurumundan başka bir şey değildir!.." 

Sayın Karakaya'nın, "ortalığı velveleye vermek" ifadesi ile "velvele" yapmaktan, düzgün bir ifade ile "haksızlık olduğuna inandığı bir konuda oldukça fazla ve devalmı konuşmayı" kastettiklerini düşünürsek, sayın Kaplan ile alakalı olarak Y. Akit'de  parmakla sayılabilecek ve çoğu ilk günlerde yapılan polis açıklamalarından ibaret haberler dışında bir şeylerin çıkmamış olmasının "mantığı"nı da anlamış oluruz: Sayın Karakaya "velveleye karşıdır", sakince hareket etmeyi, "zamana bırakmayı", herşeyin gün yüzüne bütün açıklığıyla çıkacağına inanmaktadır.

Böyle midir, değil midir bilemiyoruz, fakat bu husus bir kenara koyarsak, "handikap" bu cümledir zaten:

"Basılmamış kitap"dan dolayı tutuklanan sayın Kaplan değildir sadece, sayın Şık ve Şener de öyledir, o halde onlar da sahip çıkılması "kendine demokrat, kendine özgürlükçü"  ifadelerini HAKLI olarak yazabilmek için sayın Karakaya'nın yapması gereken bir tutumdu.

Oysa, mahkeme duruşmalarını takip ettiğinde sayın Karakaya görecektir ki, ne Emniyetin ne MİT'in ne başka bir istihbarat servisinin kabul etmediği, "kayıt yoktur" dediği "Ergenenon terör örgütü", sadece "polisin fezlekesi"nde mevcuttur. Sayın Şık ve sayın Şener, işte bu "fezleke örgütünün" basın kolu gibi çalıştıkları iddiasıyla gözaltına alınmışlardır. Yazdıkları kitabın "odatv"de "müsvette" olarak bulunması da buna delil olarak gösterilmiştir. "Odatv"de bilgisayarda, "çöp sepeti"nde, "yartalıdığı anda silinmiş" bir  şekilde bulunan bir "dosya"da "müsvettenin" bulunmuş olmasının teknik tartışması bir yana, görüleceği üzere, "polis fezlekesi"ndeki bir "örgütün üyeliği" mevcut.

Sayın Karakaya'nın, "Birileri, yayınevinin adını taşıyan “Tahşiye”den hareketle “Tahşiyeciler” diye bir “örgüt” mü icat etti" sorusu son derece haklı bir sorudur ve yukarıda dikkat çektiğimiz hadise ile "paralelliği" de ortadadır.

Sayın Kaplan'ı sayın Şık ve sayın Şener'le bir tutmuyoruz, böyle düşünülmesin, sadece "paralelliklere" dikkat çekiyoruz: Ve biliyoruz ki "polis", "örgüt uydurmada" oldukça da ustadır!

Bakın bu ustalıklarından birisi de şu şekilde mahkeme kayıtlarına geçmiştir:

"- Bana sordukları soruların cevaplarından, daha hülâsa edilmiş sorular hâlinde, hiç yurtdışına çıkmadıysam bunu isbat etmem gerektiğine dair saçmalıklar da içinde, 5-6 madde hazırlamışlar... Bahri ile beraber, -aynı yaşlarda,sarışın, ismini Mehmet diye bildiğim Komiser veya Komiser yardımcısı- üçüncü maddeye geliyorlar:

-"Tamam, hiç kimseyle görüşmediğini ve tanımadığını kabul ediyoruz; talimat da vermediğini kabul ediyoruz... Gelelim şu liderlik mevzuuna..."
Ben "hiç kimseyle görüşmediğime, talimat vermediğime göre, nasıl örgüt başı oluyorum ki?" deyince, Bahri, 20 bin kişinin yargısız infazlarla gitmesine nisbetle hafif kalacak şu sözleri söyledi:

-"BİZ SANA KÖTÜLÜK YAPMAK İSTEMİYORUZ;İSTESEYDİK, EVİNİN BAHÇESİNE EROİN GÖMER, EROİN YAKALADIK, DERDİK... GEL SEN ŞUNU GÜZELLİKLE KABUL ET!"

Bu sözler, 21 Şubat 2000 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi salonunda, Salih Mirzabeyoğlu tarafından yapılan savunma esnasında söylendi; çok kısa bir yargılam aşamasının akabinde S. Mirzabeyoğlu, "idam" ile cezalandırldı.

Bunun gibi, polisin "yarattığı örgütler" ve bu "yaratılmış örgütler"den müebbede kadar ceza almış nice insan mevcuttur. Polis fezlekesini "kutsal", "yanlışdan beri" gibi düşünmek, en başta yapılacak bir hatadır; polis, "dosya kapatmaya" çalışan bir "kurumdur" sadece; özellikle çok yakın bir zamana kadar "Batı illerinde" (büyükşehirler hariç memleketimizin diğer yerlerinde değişen pek bir şey yoktur aslında hala) polisdeki sorgulama, sayın hanefi Avcı'nın dediği (ve uzmanı olduğu gibi) İŞKENCE İLE KABULE dayanmaktaydı, ortada delil, şahit olmasa da tutukluların "samimi itirafları" her zaman alınırdı ve savcılar da bu "samimi itiraflar"la destekli "polis fezlekesi"ni "iddianame" haline getirip dava açar, mahkemelerde de sanıklar ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, ortada delil, şahit, hakim önünde itiraf olmamasına rağmen "kanaat hasıl oldu" diye başlayan cümlelerle, yani "hukuki bir delil olmamasına rağmen, biz hakimlerin şahsi düşüncesine göre" denilerek insanlar idamdan müebbede, on yıllarca hapis cezaasına çaprtırılılardı.

Sayın Karakaya'nın da bilgisi dahilinde olduğuna "kanaatimiz" olan bu husus, Emniyet teşkilatının "bilgisayar teknolojisi"ne yönelmesiyle birlikte bir başka şekil içinde halen devam etmektedir halihazırda.

Bilgisayarda bulunan bir "dosya", kendisine gelen herhangi bir e-mail, "örgüt üyesi" olmak için yeterli delil olarak kabul edilmektedir.

Bilgisayar teknolojisinin her gün gelişmesi, programların korkunç işlerliği tamamen "sanal" olan "bilgisayar"ın başka "kanıtlara" gerek bile görülmeden aslında kanaat haricinde tutulmasını zorunlu kılmaktadır.

"Ergenekon mahkemeleri"nde en önemli delillerin "bilgisayar"da ele geçirilmiş olması ve bu delillerin sağlamlığının sanıklarca defalarca çürütülmüş olduğu bir gerçektir.

Bir başka gerçek de bu çürütülen delillerin "adli emanet"de kırılarak, çizilerek veya "halen adli emanetde aranmaktadır" denilerek yokedildiğidir. "Islak imza davası" olarak bilinen dosyadaki "51 Nolu DVD"nin başına gelenler malumdur.




Aslında "bilgisayar kanıtı"ndan Akit de çok çekmiştir. Geçtiğimiz senelerde, "darbe havaları"nın olduğu günlerde bir yazıdan dolayı açılan davada yanlış hatılamıyorsak -devrin RTÜK üyesi- D. Mehmet Doğan, malum yazının sahibi olarak mahkeme tarafından tayin edilen "bilirkişiler"ce "IP numarası" sebeb gösterilerek sanık olmuş ve cezalandırılması istenmişti. Hürriyet gazetesi ve onun malum yazarı sayın Emin Çölaşan, o "dört köşe" kafasıyla "IP numarası"nı "kesin doğru" olarak kabul edip günlerce bununla alakalı yazılar kaleme almıştı.

Şimdi ise ne gariptir, tam tersi yazılar kaleme almaktadır; kaldı ki o gün öyle davranıp da bu gün böyle davrananlar sadece sayın Çölaşan ile kayıtlı değil.
Bilgisayarı "acayip zımbırtı" diye gören "eski model kafalar", Akit'e karşı açılmış o davada IP numarasını "kutsal kanıt" gibi görürlerken, bugün "güvenilmez... kolaylıkla değiştirilebilir" olarak tanımlayıp meseleyi "polisin komplosu" olarak açıklamakta, üstelik dava neredeyse tamamen bu "dijital belgeler" üzerine kurulu olduğundan diğer delilleri hiç gözönüne almadan tutukluların "masumluğu" üzerine yazılar yazmaktadırlar.

Bunların nazarında 1995-2007 arasında yaşanan ve yaşanması planlandığı herkes tarafından bilinen hadiseleri CİNLER yapmışlardır ama asla yargılananlar değil; onlar “maumlar”!!!

Gerçek şu ki, bu durumdan da sadece bahsettiklerimiz değil, bu davaları "digital belgelere" dayandıranlarla, iddianameleri "doğru" kabul edip mahkeme celselerinde yapılan savunmaları, delillerin (digital delillerdeki bariz oynamalar) çürütülmesini -okumadıklarından- hiç kaale almayan "yazarlar" da suçludur!

Muhakkak 1995-2007 tarihleri arasında bu ülkede birşeyler oldu, birileri bunları düşündü, hazırladı, "darbe" çalışmlarında da bulundu, "darbe" isteyen ve yapma niyetinde olanlar da vardı, hatta bunların isim isim kim olduklarını "ilgilenenler" de bilirler, burası ayrı bir konudur, ama "digital ortam belgeleri"ni, telefon konuşmalarını ortaya koyup, bunları GERÇEK DELİLLERLE, imzalı, kağıta yazılmış evrkalarla, gerçekten de samimi ve kesin delillerle destekli itiraflara (ırza geçmekten suçlu "osmanım"larla değil, mesela) dayanarak ortaya koyulması gerekir. 

Bunu yapmadığınız takdirde, “CİNLER YAPMIŞTIR”, alaylı yaklaşımının ortaya çıkmasına kendiniz sebeb olursunuz ve hiç bir mazeretiniz de olamaz!
Sayın Karakaya'nın yukarıda bahsettiğimiz handikapı burada da devam etmektedir.

"Digital ortam"dan çekmiş bir kurumun başında olan birisi olarak, "digital belgeler" ile oluşturulmuş bir davada, belki "eden, bulur!" mantığıyla da olabilir, taraf olmakta ve bu taraflık üzerinden de "kendine demokrat, kendine özgürlükçü" olarak nitelendirmektedir bahsedilenleri.

Oysa, aynı ithama kendisi de maruzdur, kendi sözleriyle!

"- Mustafa Kaplan’dan söz etmiyor ise; bunun adı, “çifte standart”tır, “ikiyüzlülük”tür ve hattâ “yüzsüzlük”tür!..
Bu tavır, “tutarlı insan” tavrı değildir... Bu tavır, “özgürlükçü bir tavır” değildir!.. Bu tavır; “Benim teröristim iyidir” mantığının dışavurumundan başka bir şey değildir!.."

Konu burda sayın Kaplan veya sayın Şık ve sayın Şener değildir ki!

"Digital ortam"da hazırlanabilecek ve kendisinin e-mailine -isterse "çöp sepetine" atsın- gönderilecek bir posta ile sayın Karakaya da "Ergenekon Terör Örgütünün İslamcı ayağı" olarak rahatça Silivri’ye konukabilir halbuki!

Örneğin.

Sayın Karakaya da bilmektedir muhakkak, içerideki bir çok insan "Ergenekon evrakları" denilen birtakım belgelerin FOTOKOPİLERİNİN veya "digiatallerinin" ev-işyerlerinde ve bilgisayarlarında bulunmalarından veya Tuncay Güney'le 2001 senesinde "organize şube müdürlüğü"nde yapılan mülakatda ismi geçtiğinden ötürü, "örgüt üyesi" olarak tutuklandılar ve çoğunun da hakkında başkaca bir "kanıt" bulunmamaktadır.

Oysa biliniyor ki, o "ergenenkon orijinal belgeleri" denilen "belgeler", internet ortamında birçok e-mail gurubunda ve forumda SERBESTÇE paylaşılmış, üzerinde çokça (ve aleyhinde) konuşulmuş belgelerdir.

Sayın Karakaya'nın internet ile arası belki olmayabilir, hatta "acayip bir zımbırtı" olarak da görebilir, fakat 2002-2006 arasında internetde olan bitenden bilfiil haberi olsaydı, o "belgeleri" asla kaale almayacağını da anlayabilirdi.

Üstelik bu belgeleri dolaşıma sokanın FEHMİ KORU olduğunu da bilirdi!

Evet, matbuatda bu belgelerden ilk bahseden, Aslı Aydıntaşbaç ile Fehmi Koru'dur; aynı zaman da Fehmi Koru, Taha Kıvanç müstear ismi gibi bir çok müstear isim de kullanarak (halen kullanımda olan Kenan Kilimci mesela) bu "belgeler"le alakalı çokca söz sarfetmiştir ama görüleceği üzere, kendisinin de itirafıdır, belgelerden ilk bahseden ve belgeleri "altındaki imzaya" dikkat çekerek elinde olduğunu ifade etmesine rağmen ne o gözaltına alınmıştır ne de Aslı hanım!

Niye?

Oysa çoğu insan bahsettiğimiz gibi bu "belgeler" ev ve işyerinden veya bilgisayarından çıktı diye gözaltına alınmış, gazetelere konu olmuş, Silivride aylarca tutuklu kalmış ve bir kısmı tahliye edilmişti.

Örnek olarak bunlardan birisi, Akit gazetesinde ""ETÖ SANIĞI EROL ÖLMEZ’DEN AKİT’E DEHŞET İFŞAATLAR" başlığıyla manşete taşınan "Kuva-yı Milliye'nin tetikçisi, istihbaratçısı" olarak "polis fezlekesi ve iddianamede" bahsedilen Erol Ölmez.

Erol Ölmez, 26 Ocak 2008 tarihinde  tutuklandı, 20 ay tutuklu kaldıktan sonra, 1. Ergenekon davasının 116. celsesinde, 19 Ekim 2009 tarihinde, "tutuklulukta geçirilen süre ve delil durumu" nedeniyle, Kahraman Şahin ve Ümit Oğuztan ile tahliye edilmişti.

Akit gazetesinde “Patrikhaneden Ergenekon’a Rica: "İsmailağayı yokedin" alt başlığı ile verilen haberde, Erol Ölmez, kendisiyle konuşan Akit muhabirine "dehşet itiraflarda" bulunuyordu:

"- Ergenekon’un POSTASI olarak aralarında bulunan insanım. Kimin ne olduğunu biliyorum…  

"- Patrikhane, İsmailağa cemaatinin buradan kaldırılmasını istiyor, Ergenekon’a müracaat ediyor, ‘Bunları buradan kaldırın, bunları yok edin’ diyor. Bunun için kaynak, para ve güç veriyor. Ergenekon, bu görevi Atakurtlar Cumhuriyet Ordusu’nun istihbaratına veriyor, bana  veriyor…

"- 6 ay eğitim gördüm. Benim görevim cemaat ve tarikatçılarla beraber olmaktı. Arapça ve Kur’an’ı çok iyi bilmem gerektiği söylendi ve bir eğitmen tarafından Arapça ve Kur’an’ı öğrendim. Cemaat ve tarikatçıların konuşmasını, yaşantısını, hayatını bilmek için cemaat ve tarikatçı gibi yaşamak lazım. Cemaatlere sızacak kişilere Arapça ve Kur’an öğretilir. Namaz kılmak, cemaat üyeleri gibi davranmak, sakal bırakmak ve cübbe giymek dersi verilir. Ben 1 ay sakalımı kesmeyeyim, onlara benzerim. Bu işin özel eğitimini alıyorsunuz. Önce Nakşibendi tarikatına girdim. Sakal da bıraktım, cübbe de giydim. Her şey oldu. İsmailağa cemaatine de girdim, çıktım ama caminin içine değil. Caminin içinde ve dışında kamera var. Ne işim var caminin içinde dışında? Niye kendimi fotoğraf edeyim. Dışı bana yeter. Caminin dışına çıkan insanlar bana yeter, esnaflar yeter.."

Bunun yanında "Atakurtlar Ordusu"ndan ve bunların "komutanı" olduğundan, "postacı" olduğu için de rahmetli sayın M. Yazıcıoğlu'nun vefatının bir "suikast", gerçekleştirenin "ergenekon terör örgütü" olduğunu da ileri sürmekteydi sayın Ölmez Akit gazetesindeki röportajında.

Gazetenin "herşeyi" olan sayın Karakaya'nın ve röportajı yapan muhabirin bilmediği husus, sayın Ölmez'in bu "iddiaların" (dehşet ifşaatlar) yeni olmadığıydı gerçekte.

Sayın Ölmez, bu "ifşaatları"nı yaptıkdan sonra hali hazırda elini kolunu sallaya sallaya dolaşmaktadır ve bilindiği kadarı ile de "gizli tanık" da olmamıştır, üstelik kendisi de "gizli tanık" ifadesiyle tutuklanmışken, onun da "gizli tanık" olması düşünülemez.

Sayın Ölmez, bahsettiğimiz gibi bu "ifşaatlarını" ilk defa yapmamaktadır; kendisi mahkemedeki duruşmalarda da "ifşaatlar" yapmamıştır ayrıca, ama dava başlamadan önce yazdığı pek çok dilekçe ile "dehşet ifşaatlarını" Savcılara yapmıştır.

Dava başladıktan sonra, duruşmalarda bunlar hakkında hiçbir soru sorulmamış, ilk savunması yapıldıktan biraz sonra da tahliye edilmiştir.

Sayın ölmez'in, bu "ifşaatlarının" değerini mahkeme tutanaklarından savcıyla yaptığı bir dialogla gösterelim:

"- C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: başkanım da sordu bir ek olarak bir şey sormak istiyorum. 83 sayfalık kendi el yazınızla yazmış olduğunuz muhtelif tarihlerdeki dilekçeler aynı zamanda Cumhuriyet savcılığımıza da gönderilmiş

Sanık Erol Ölmez: doğrudur.

C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: bunun içerisinde sizin ERGENEKONUN POSTACISI OLDUĞUNUZ VE İSTİHBARAT  TOPLAMA GÖREVİNİZİN OLDUĞUNDAN AYNI ZAMAN DA TETİKÇİ olduğunuzdan bahsediyorsunuz. NESİM MALKİYİ KENDİNİZİN ÖLDÜRDÜĞÜNÜZÜ ifade ediyorsunuz. Bunu niçin bu şekilde  beyanlarda bulunmaya ihtiyaç duydunuz.

Sanık Erol Ölmez: işte işte anlatayım anlatayım sayın savcım ne güzel bak

C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel :YANİ YAPMADIĞINIZ BİR ŞEYLERİ NİYE YAPTIM DİYE GÖSTERMEYE ÇALIŞIYORSUNUZ.

Sanık Erol Ölmez: tabi ki tabi ki hemen anlatayım hemen cevap vereyim sayın başkanım hemen cevap veriyorum.şimdi benim böyle hani dedim ya baştan hani GİZEMLİ BİR ŞEY OLSUN oturdum bir gün ne yapayım ne yapayım. SAVCI ZEKERİYA ÖZ BENLE İLGİLİ BÖYLE KONULARA GİRMİŞ HER ŞEYE GİRİYOR. TETİKÇİ DİYOR İSTİHBARATÇI DİYOR İYİ DEDİM MADEM ÖYLE BENDE DEDİM BÖYLE OTURDUM GAZETELERDEN O ARA ÇIKIYOR GAZETE ŞEYLERİ ÇIKIYOR. Gazetelerle ilgili çıkıyor. Dergilerde falan televizyonlarda çıkıyor. Dedim ki ben de oturdum böyle kendi KAFAMA GÖRE GAZETELERDEKİ KÜPÜRLERİ OKUDUĞUM ŞEYLERDEN İLANLARDAN BAŞLADIM YAZMAYA SAVCI KALKTIM SAVCI ZEKERİYA ÖZE BU ŞEKİLDE GÖNDERDİM. Şunu yaptım bunu yaptım falan diye beni çağırsaydı savcı Zekeriya Öz hemen ilk sorum şu olacaktı.savcı Zekeriya Öze siz beni hayali bir örgütle suçladınız hayali bir şekilde aldınız hayali bir şekilde tutukladınız. Hiçbir anlamı olmadan tetikçi istihbaratçı yaptınız. Buyur diyeceğim bunlar da benim hayalim buyur bakalım sizin iddianamenizle bir mi diyecektim  kendisine  böyle güzel bir cevaplar verecektim. GERÇİ BENİ ÇAĞIRMADI ÇAĞIRSAYDI. Ama neden bahsediyorum kendimle ilgili giriyorum dikkat ederseniz konulara yani buradakilerle alakası yok veya her hangi  bir şekille alakası yok kendimle ilgili SIRF HANİ BİR FARKLI BİR YORUMLARA GİZEMLERE SOKTUM KENDİMİ YANİ HİÇBİR ANLAMI YOK YANİ o şekilde yazdım boş hiçbir anlamı değeri olmayan şeyler rahat olun  yani bu konuda

C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: RESMİ MAKAMLARI MEŞGUL ETMEK ANLAMINA GELMİYOR MU

Sanık Erol Ölmez: SİZ BİZİ MEŞGUL ETTİNİZ. 14 AYDIR İDDİA ETTİNİZ ŞEY YAPTINIZ 14 AYDIR BENİ TETİKÇİ YAPTINIZ İSTİHBARATÇI YAPTINIZ bütün gazetelere Fethulahçı gazetelere verdiniz her türlü ailem darma dağın oldu sizlerin yüzünden benim içim yanıyor. AİLEM SİZLER YÜZÜNDEN DARMA DAĞIN OLDU. EVLERİNE BASKINLAR YAPILDI. HER TARAFA POLİSLER GİRDİ. ARKADAŞLARIMA POLİSLER GİRDİ. BENİM AİLEMDEN NE İSTEDİNİZ. BENİ TERÖRİST YAPTINIZ TERÖRİSTLİKLE SUÇLADINIZ NE YAPMIŞIM BEN BOŞ BOŞ KONUŞTUM GEYİK MUHABBETLERİNDEN TERÖRİST HALE SOKTUNUZ BEN DE BU ŞEKİLDE KENDİ KENDİME BANA KİMSE GELMEDİ BU GÜNE KADAR. Kendi hırsımdan kendi isteğimle kendi düşüncemle kendi aklımın yettiği derecesinde yazdığım hiçbir anlam taşımayan şeylerden ibarettir. Beni boş boş getirdiniz ettiniz. Devşiremediniz devşiremediğinizden dolayı sayın başkanım bitiriyorum. Devşiremediğinizden dolayı hakkınızda suç duyurusunda bulunduğum için her türlü saldırıya geçtiniz bana ben de ona istisna olarak yazdım. Hiçbir anlamı da yoktur. Hiçbir değeri yoktur. Hiçbir değeri yoktur. Kimseyle de alakası yoktur. Kendimle ilgili yazdığım şeydir. Kendi düşüncelerim bu kadar

C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: hayal kurarak mı yazdınız

Sanık Erol Ölmez: efendim.

C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: hayal kurarak mı yazdınız.

Sanık Erol Ölmez: siz hayal kurarak yazmışsınız ya iddianameye beni tetikçi yapıyorsunuz ya hayal kuruyorsunuz. İstihbaratçı yapıyorsunuz ya hayal kurarak çarşambayı girdi çıktı etti yaptı hayal kurdunuz bende size istisna ona karşılık olarak yazdım hiçbir anlam yok.

C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel : savunmanızı da mı hayali olarak yaptınız”

Sanık Erol Ölmez: hayır, yüreğimle yaptım. Yüreğimle yaptım savunmamı içten gelerek konuştum. Gerçekleri konuştum.

C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: teşekkür ediyorum sayın ölmez

Sanık Erol Ölmez : rica ederim."

Görüldüğü üzere ne savcının ne mahkeme başkanının kaale almadığı "derin ifşaatlar"ın çok daha fazlasını sayın Ölmez çok önceden yapmış, bütün bunlara rağmen tutuksuz yargılanması kararı verilerek tahliye edilmiştir.

Eğer, sayın Karakaya ve muhabirleri mahkeme celselerini takip etmiş olsalar tamamen hayali ve belki de "yönlendirilerek gelmiş" sayın ölmez’i dikkate almazlar ve okuyucularını yanlış bilgilendirmiş de olmazlardı.

Tekrar konumuza dönersek, "ETÖ belgeleri" olarak bilinen dökümanların (bunları kaleme aldığı iddia edilen sayın Ümit Oğuztan da, sayın Ölmez’le beraber aynı gün tahliye edilmiştir.) internetde ilk dolaşımını yapan ve bahseden Fehmi Koru'nun değil de, o dökümanların fotokopileri bilgisayarında, evinde bulunan insanların tutuklanmış olmaları, sayın Karakaya'nın bahsettiği, "benim teröristim iyidir” mantığının dışavurumundan başka bir şey değildir"aslında!

Öyle ya, fotokopisi bulunan ve Taraf yazarı Y. Ogur’un dediği şekilde, "ETÖ'ye üye olduğunu bilmeden üye olurlar" sözünü de dikkate alırsak ve "ETÖ'nün islamcı ayağı" manşetlerini de hatırlarsak, niye sayın F. Koru ve sayın Aslı hanımın tutuklanmamalarının tek sebebi bu olsa gerek!

Sözgelimi, sayın Tuncay Güney'in organize'de verdiği mülakatda ismi geçen herkes neredeyse toplanıp "ETÖ sanığı" yapılmışken, Tuncay beyin mülakatının ilk kısmında bahsedilen sayın Fetulah Gülen ve sayın Gülerce'den -bırakınız tutuklanmalarını- "bilgi" alınması için müracaat edilmemesi de ilginç değil midir?

Sayın Tuncay Güney’in mülakatında geçen şu kısımlar nedendir bilinmez hiçbir zaman kaale alınmadı, “iftira” olarak bahsedildi fakat diğer yerleri “kutsal bilgi” olarak görüldü ve insanlar tutuklandı; sayın Karakaya’nın, haklı olarak şikayet ettiği “benim teröristim iyidir” sözünün tam olarak uygulanması gereken bir konuşma olduğundan alıntılamakda fayda var:

“- T.G.: Kendi tarafımıza Fetullah Hoca cemaatine Fetullah Hocanın yanında da biz ne yapacağız güçlü olacağız

S.: Veli Paşa Fetullah Hoca nın yanında mı

T.G.: Şimdi o döneme kadar bilmiyordum aslında Mehmet DEMİRCAN da bilmiyormuş adam onun yanındaymış bizim haberimiz yokmuş

S.: Hı Fetullah Hocayla birlikte ama sizin haberiniz yok

T.G.: Biz bilmiyoruz işin aslını sonra Mehmet DEMİRCAN bey bana dedi ki Fetullah Hocaya periyodik olarak söylüyor ya Hoca Efendi buna demiş ki yav dedi ki Hoca Efendi bana bu adam JİTEM in kurucusuymuş falan filan o dönemlerde biz adamı kuralım derken bir furya çıktı Behçet CANTÜRK ler öldü Cem ERSEVER’ ler böyle karıştı bir ortalık bu adamın ismi çıkmadı ama JİTEM vuruyor mesela çok iyi hatırlıyorum, Nokta Dergisinin kapağında JİTEM Uyuşturucu yapıyor diye haberler çıkıyor o zaman dedim ki yani sen şimdi benim gidip geldiğim askerliğimi hallettiği adamın sen bunlarımı anlatıyorsun valla dedi Hoca Efendi böyle söyledi nereden tanışırlar bu birlik komitesi dediğimiz Milli Mücadeleciler var geçmişte Milli Mücadelecilerden tanışırlarmış zaten Fetullah Hocanın bütün bu elemanlarına bakın Milli Mücadeleci elemanlardır.

(…)  

TG: Veli KÜÇÜK aslında Milli Mücadelecilerle hareket etmiş zamanında da beraber ama bizim haberimiz yok tabi ki bunu ben daha sonrada Veli KÜÇÜK beni tırnak içinde anlatıyorum bunu Veli KÜÇÜK beni Susurluk’ tan altı ay sonra Fikri SAĞLAR açıklamalar yapıyordu Hüseyin GÜLERCE  Zaman Gazetesi’ nin genel müdürüydü  Samanyolu Tv’ nin yorumcusuydu ben Samanyolu’ ndan da  onu tanırım yorumcu değil kendi televizyonun yapılanması için uğraşıyorlardı ona gönderdi Zaman gazetesine Yenibosna’ ya  gittim dedim ki Veli Paşam der ki Zaman Gazetesinde hakkımda böyle şeyler çıkıyor bugüne kadar Hüseyin GÜLERCE ‘ ye selam söyle oda yukarılara iletsin şey yapalım ittifak müttefik hareketlerimiz olsun aslında cemaatteki insanlar beni tanırlar  ayrıca Hüseyin GÜLERCE’ nin de din….. Birlik Komitesinde  Karamürsel’ de hareket ederken Karamürsel’ de bir albay adında bahsetti ama ben çok eski hatırlamıyorum yani albaydan bahsetti bu albayında kendisini tanıdığını ortak dostu onu kendisini yani  o Albayada sorabilir dedi Hüseyin GÜLERCE albayı albayı hatırladığını çok görüştüğünü falan söyledi Birlik Komitesinden çok iyi dedik benim yanımdayken toplantıya gireceklermiş zaten gazetenin birinci sayfalarını  yapan adamları çağırtıp geldiler dedi ki toplantıya şimdi gireceğiz şimdi size söylüyorum Susurluk yaygaraları varsa Aksiyon Dergisine , Zaman’ da da bundan sonra yayımlarımızda Veli KÜÇÜK e karşı bir şey istemiyoruz yukardan böyle emir geldi dedi bunun üzerine hay hay dediler onun yanı sıra Fetullah Hoca nın Zaman Gazetesinde Hüseyin GÜLERCE nin tam odasının karşısında bir emekli Tümgeneral var Zaman Gazetesi danışmanıydı çok iyi hatırlıyorum, sakalsız bıyıksız, çok şey felan uzun boylu Teoman KOMAN Paşa’ nın  minyon tipini düşünelim bir adamdı çok iyi hatırlıyorum ismini hatırlamıyorum Zaman gazetesinin danışmanıydı bana dedi ki emekli Tümgeneral dedi Tüm’ dü hatırlıyorum Tuğ değildi danışmanımız buda bizim dedi biliyor musun dedi bizim cemaat felan Veli Paşa’ da bunu tanır dedi adamlar sadece hoş geldiniz dedi hoş bulduk dedik o kadar toplantıda söyleyeceğim Tuncay dedi bundan sonra çıkmayacaktır dedi bunu tırnak içinde söyleyeyim o günden bu güne kadar Zaman’ da ve Aksiyon’ da Veli KÜÇÜK aleyhine Susurluk yazıldı ama Veli KÜÇÜK ismi es geçildi

S.      : Yani bu Veli KÜÇÜK ün Fetullah Hoca cemaatinde olduğunu gösteriyor zaten

T.G.   : Veli KÜÇÜK ten Fetullah Hoca Cemaati her zaman temkinlidir

S.      :Peki  Fetullah  Hoca da mı eskide şeymiş Fetullah GÜLEN de mi Milli Mücadele  Birlik Komitesinde”

Sayın Karakaya’nın da dikkatinden elbette kaçmamıştır bunlar, tahminimiz doğruysa, okumuştur da ama belki “hayali” olarak görüp kaale almamış da olabilir, çünkü, yukarıda bahsedilen “Yeniden Milli Mücadeleciler” örgütünün eskiden üyesiydi, onun için “içeriden” konuları bildiğinden, sayın Tuncay Güney’in “YMM” hakkında anlattıklarına ehemmiyet vermemiş olabilir.

Yine bir başka gariplik de, o “mülakatı” yaptığı söylenen zamanın Organize Şube’nin müdürü Adil Serdar Saçan’ın, “Ergenekon Terör Örgütü” üyesi ve Tuncay Güney soruşturmasını, yani “Ergenekon”un ilk bahsedildiği soruşturmayı “kapattığı ithamı” ile o örgüte üye olma iddiası üzerine tutuklanıp Silivri’ye konulması!

Dikkatiniz çekmek istediğim bir husus da, tam da o soruşturmanın olduğu dönemde, A. S. Saçan’ın ismi, “İmamın Ordusu”nda bahsi geçen “ordu”nun üyesi olduğu yönünde raporlarda geçmesidir!

Sayın A. S. Saçan’ın başlattığı ve devam etmesine “şartlar” gereği imkanı kalmadığı soruşturmanın ismi, “Ergenekon” değil, “Veli Küçük ve Mafya Organizasyonu”dur, sayın Fetulah Gülen de işte bu soruşturma içerisinde ismi geçen birisiyken, yani, sayın Saçan’ın “kapattığı” söylenen soruşturmada ismi geçerken, o halde bu soruşturmanın “ilk ergenenkon soruşturması” olduğunu iddia edenler, sayın Fetulah Gülen’in şimdiki soruşturmada sanık veya tanık değil “bilgisine başvurulan” olarak bile savcılığa çağrılmaması üzerinde niye durmazlar?

Sayın Tuncay Güney’in anlattıklarının hepsinin doğru olduğunu elbette söylemiyoruz, elbette başka kanıtlarla desteklenmeden bir kişinin neredeyse “Türkiye Gladio Tarihi”ni, kişi ve olay bazlı olarak anlattığı “hayretengiz” o mülakatın kesin doğru kabul etme gibi bir ön kabülümüz yok, dikkati çekmek istediğimiz konu, “benim teröristim iyidir!” mantığınca hareket edilip, “mülakat”da bahsi geçen hemen herkesin alınıp Silivri’ye konulmuş olmasına rağmen, üstelik Veli Küçük’le alakalı çok mühim bir ilişkiden bahsedilmesi üzerine bile sayın Fetulah Gülen’in, sayın Hüseyin Gülerce’nin  “bilgisine” dahi başvurulmuş olmaması!

Örneğin, sayın Doğu Perinçek, sayın Tuncay Güney’in “mülakatı”nda geçen ifadeler sebebiyle tutuklanmıştır, sayın Perinçek mahkemedeki sorgusunda sayın Güney’in bile kendisine yönelik demediklerini savcıların “uydurarak” iddianameye soktuklarını ortaya koymuş, “Ergenekon Devletin Yeniden Yapılandırılması” belgesini kendisinin yazdığını söylediği iddia edilen sayın Güney’in bunu demediğini, savcıların bunu uydurduğunu ve bunun gibi birkaç konuyu “mülakat”dan sayfa numaraları ile göstermiştir, kendi üzerindeki “bu şaibeyi” de zihinlerde kaldırmıştır.

Aynı hakkın sayın Gülen için de verilmesi gerekir.

Üzerinde o kadar iddia ve itham ile dolaşmasına, kendisi razı olsa da elbette savcıların buna izin vermemesi ve hakkındaki şüpheleri ortadan kaldırıcı bir hakkı ona vermeleri için gerekli çalışmalara başlamaları gerekir.

Sayın Karakaya’nın haklı eleştirilerle dolu yazısının eksiği veya handikapı dediğimiz nokta işte burasıdır.

Madem “türkiyenin bağırsakları temizleniyor”muş, ortada bağırsak nevinden hiçbirşey kalmamacasına, KİRLİ İLİŞKİLERİ olduğuna dair oldukça kuvvetli iddialar ve kanıtlar bulunan yukarıda bahsettiğimiz kişiler de, üzerlerinde hiçbir şaibe kalmaması için örneğin, bir soruşturmadan geçirilmesi gerekmez mi, “benim teröristim iyidir!” denilmemesi için!

Önemli bir noktadır:

Sayın Kaplan’ın, “icad edilen Tahşiye örgütü” ile bağlantısını kuran da, “Ergenekon Terör Örgütü”nü iddia edip kimilerini tutuklatan da, enteresandır, hem sayın Kaplan’ın hem de “ETÖ”den içeride olanların, birisi “dini” (Risaleri tahrif etmesi) diğeri “siyasi” sebeblerle tam da karşılarında yeralan sayın Fetulah Gülen’in bağlısı oldukları söylenen “F Tipi” polislerdir!

Şimdi sayın Karakaya, bizim bu “kesin ifademiz” üzerine, “hocaefendiye karşı biri daha” diyebilir, hakkıdır, ama sayın Gülen’in bile “bizi sevenlerden hata yapanlar olabilir” dediğine göre, -“ulusalcılar”ın dediği kadar var mıdır yok mudur tartışılır ama- “F Tipi Polis” VARDIR, tartışma konusu bile değildir artık.

Sayın Karakaya’ya “benim teröristim iyidir” YANLIŞINI tespit ettiren olayların HEPSİ, “F TİPİ POLİS” nedeniyledir!

Sayın Hanefi Avcı, geçmiş senelere kadar “Hocaefendi ve gönül bağı olanlarca” el üstünde tutulur, hatta çok kısa bir süre önce, Zaman gazetesinde Sayın Mümtaz’er Türköne tarafından “ÖRNEK EMNİYETÇİ” olarak gösterilirken, “rüyada görülse inanılmayacak” bir şekilde (üstelik bütün “ilişkileri” (kadın meselesini kastetmiyoruz) ortaya konularak) Devrimci Karargah Örgütü üyeliği ile itham edilip cezaevine konulup, üstüne bir de “ETÖ üyesi” yapılırken, sayın Karakaya’nın eğer “F Tipi Polis” hakkıında bir şüphesi varsa, inanması inanmaması önemli değil ama sadece sayın Tuncay Güney’in, sayın Gülen ve YMM’cilerle alakalı sözleri üzerinde sorular sorarak durmasını, haftada bir yazısını onlara ayırmasını rica ederiz. Veya resmi Susurluk Raporu’nda ismi kapatılan 59. kişinin kim olduğuna dair sorular sormasını…

Eğer bunları yaparsa, "Ahmet Şık’a özgürlük, Mustafa Kaplan’a pranga!.. Dürüstlük mü bu?" sorusunu HAKKIYLA sorması ve “benim teröristim iyidir” anlayışına karşı çıkmasının makul bir tarafı olacaktır.

Oysa şimdi sadece “dayısına” güvenerek yapılmış “en çok laf sokuşturma” yarışından başka bir anlam ortada yok; üstelik sayın Kaplan gibi bir “magdur”un üzerinden!


Ali Baba


İnsani gerçek: Honest criticism is hard to take, particularly from a relative, a friend, an acquaintance, or a stranger. (Franklin P. Jones)